Doğruluktan Uzaklaşma Hallerimiz
Doğruluk; dürüstlük, istikamet, hakkaniyet, hak kavramlarının ilkeleşmiş hali.
Ahlaki değerler, inançlar, töreler ve bunların etkisindeki toplumun üzerinde anlaştığı yaşam rotası.
Sadece insanın insanla değil insanın yaşam çevresi ile de uyumunu belirleyen yazılı ya da yazılı olmayan değerler bütünü.
Ben ve öteki her şey veya biz ve bizim çevremizdeki maddi manevi her şeyin ilkeler doğrultusunda yaşamı yönlendirmesi.
Doğruluk; inanç biçimimizdeki takva, ahlaki değerler ve yasalarla daha anlamlı daha yaşanabilir bir düzeni kurarak yaşamı kurumsallaştırır.
Bu kralların etik değerlerle erdeme büründürülmesi, takvanın hidayete dönüşmesi kurumsallaşan yaşamın bilgeleşme yönüyle bizleri tanıştırır.
Doğruluğun içerisinde hak, hakkaniyet, adalet nizam, sadakat; ilişkilerin bağlarının gücünü ve sağlıklı olmasını belirler.
Doğruluk bir istikamettir, rotadır. Sürekliliği onu yaşamımızın kültürel alt yapısını da hazırlar.
Doğruluk açık ve şeffaf ilişkilerin gerçekliği oranında derinlik kazanır.
Kişiye, topluma, zümreye veya güce karşı değişmez.
Sadece bana göre ve bize göre işlemez. İşleyebilmesi için; bana göre ve bize göre olanların doğruluğun prensiplerine uyumlu olması gerekir.
Zamana ve mekâna göre değişmez, gelişebilir.
Herkesin saygı duyduğu, uyması gereken kurullar bütününü oluşturur.
Aksi durum bireysel, toplumsal, hatta milletler arası çatışmalar meydana gelir.
Hatta tabiatla ilişkilerimiz de çatışır. Bu çatışmaların sonuncunda tabiat büyük zararlar görür.
Veya içsel çatışmalarımız da kendimizle kuramadığımız doğru ilişkilerin sonucu değil mi?
Yönetilemeyen, mahallelerimiz, belediyelerimiz bürokrasimiz, şirketlerimiz devletimiz hatta dünya düzeni doğruluk ilkelerinin ihlalinden meydana gelmiyor mu?
Çevremizdeki ve dünyadaki bütün çatışmaların temelinde doğru iletişim ve davranış ilkelerinin ihlali vardır.
Her şeyden önce bildiklerimizi, alışkanlıklarımızı etik bakış açısı ile değerlendirmeden doğruluk kurallarını dikkate almayışımız bize göre bir yaşam arzusu ve kuralları oluşturmuyor mu?
“Bana göre bu” diyerek, ne kadar doğruluğu tecelli ettirebiliriz?
Mahalle, belediye, bürokrasi, devletin başına getirdiğimiz insanları bir düşünelim;
Öncelikle onlar aldıkları sorumluluk gereği sevk ve iradeyi ahlaki ve yasal değerleri dikkate alarak yapmalılar.
Ancak önce kendilerini doğru yere koyup, sonra istisnai kullanabilecekleri inisiyatifleri genel kural haline getirme gayretleri onların rotasını doğruluk istikametinden çıkarıyor.
Kısa zamanda çözme, iş bitirme hevesi acelecilik, acil haller; ahlaki ve yasal değerleri uygulamayı istisnai hale getiriyor.
Bu durum zamanla kendilerini ahlak ve yasa koyucu haline getiriyor. Gerekçe acil bitmesi gerekiyordu öncelik kullandım.
Sonra her şey acilleşiyor. Hatta acil durum, kuralları belirleyen bir şart haline geliyor.
Ve biz inisiyatifi kuralların yerine koyuyoruz.
İnisiyatif kullanma biçimimizle günlük kurallar koymaya başlıyoruz.
Sadece iş yaparken değil artık yargılarımız da acile düşüyor.
Etrafımızdaki insanları yargılarken de inisiyatif kullanmaya başlıyoruz.
Yakınlarımızı tanıdığımız için iyi niyet kullanmaya başlıyoruz.
Bu sefer yöneticiden istekler hep acile düşüyor.
Hatalar ve yanlışlar bundan sonra sahneye çıkmaya başlıyor
Tanımadığımız insanın iyi niyetini algılayamadığımız için onu suçlu ilan ediyoruz.
Bizden olanlar hata yapmış gibi değerlendirilmeye başlıyor. Tabi ki hatalar ayyuka çıkmadıysa.
Bizden olanları kuralların ve ahlakın hoş gör kuralları ile yargılıyoruz.
Bizden olanlar şanslı.
Hatta yanlışlarını bile affettirme şansı yakalarken bizden olmayanlar bilmeden yaptıkları hatalardan bile cezaya mahkûm oluyor.
Kol kırılıyor yen içinde kalıyor.
Bu sefer insanlar da iş böyle daha iyi yürüyor diyerek güç olabilecek yapının gölgesi altında yaşamaya çalışıyor. Tasvip etmese bile.
Hatta bizler yöneticilerimizi bizim yanlışlarımızı düzeltsin diye zorluyoruz.
Ne mi oluyor?
Fayda doğrunun belirleyicisi haline geliyor.
Fayda ahlaki değerleri de önemsizleştiriyor.
Dindarsa takvayı hiçe sayıyor.
Ne olacak bir seferlikten, böyle çözüversek olmaz mı?
Sonuç olarak da o güce erişmek tek hedef oluyor.
Güce erişen herkes kendi değerlerini ahlaki değer haline getiriyor.
Yasalara uygun değerlendirmeler mümkün olduğunca bay pas ediliyor.
Ya da şeklen yasalara uydurarak yasaların lafzına ve ruhuna aykırı uygulamalar yaşam biçimi oluyor.
Ne mi oluyor?
Güç yargıç oluyor.
İktidar muhalefeti yargılıyor, kendi tarafını yargılamadan çözmeye çalışıyor. Görevden el çektiriyor.
Muhalefetin hataları konuşulur hale getiriliyor iktidar tarafının hataları örtülüp gündemden düşürülüyor.
Bugün dünya düzeni de böyle işliyor.
Birleşmiş milletler, güvenlik konseyi adalet divanı sadece beş üye ve onlara dalkavukluk yapan ülkeler için uygulanıyor.
Devletler küresel güçlerin kontrolünde ahlaki, insani etik değerleri uygulayamaz hale gelmişler.
Doğruyu, ahlaki değerleri, yasal değerleri uygulayacak etik değerleri hakim kılacak organlar bir şekilde güçlerin maskarası haline gelmişler.
Ya birey olarak bizler?
Artık bize ve bana göre doğrularlar yaşıyoruz.
Artık akıl tatile gitti, uyanık yaşıyoruz.
