TOROSLAR'DAN TANRI DAĞLARI'NA
Toroslar’ın serin yamaçlarında, keçi seslerinin ve rüzgârın ezgisiyle büyüyen bir Yörük çocuğuydu o. Güneşin alnında yoğrulmuş, dağların sertliğini, çadırın sıcaklığını, ateşin etrafında anlatılan efsaneleri içine çekmişti. Belki küçük yaşta fark etmedi ama o dağların yüce sessizliğinde, binlerce yıllık bir mirasın yankısı vardı: Orta Asya’dan gelen rüzgârın sesi.
Yıllar geçti. Zaman onu Toroslar’ın eteklerinden aldı, Tanrı Dağları’nın eteklerine kadar götürdü. Gittiği her yerde aynı yıldızlara baktı, aynı ayı izledi. Fark etti ki, Tanrı Dağları’nın doruklarındaki karla, Toroslar’ın doruklarındaki kar aynı beyazlıktaydı. İkisi de aynı hikâyenin iki sayfasıydı: Türk’ün kadim yürüyüşü, Yörük’ün bitmeyen göçüydü bu.

Bişkek’te bir çadır gördü. Üzerinde eski desenler, keçeden yapılmış motifler vardı. Kadınlar kilim dokuyor, erkekler at koşturuyordu. O an anladı ki Yörüklük bir coğrafya değil, bir ruh meselesiydi. Çadır değişir, dağ değişir ama öz değişmez. Toros’tan Tanrı Dağları’na kadar aynı türkü söylenir: Özgürlük, emek ve onur türküsü.
Bugün şehirlerin gürültüsü içinde, o Yörük çocuğu belki artık bir masal kahramanı gibi görünür. Ama o ruh hâlâ içimizdedir. Bir yere sığamama, hep biraz yollarda hissetme hâli… İşte o, yüzyıllardır süren Yörüklüğün bize bıraktığı mirastır.
Belki de hepimiz, bir yanımızla hâlâ Toroslar’dan Tanrı Dağları’na yürüyen o Yörük çocuğuyuz. Aradığımız ne bir yer, ne bir zaman; sadece kendi özümüzdür. Toroslar’dan Tanrı Dağları’na uzanan bu yol, sadece bir coğrafya yolculuğu değil; bir kök arayışı, bir kendini bulma hikâyesi. Çünkü bazen en uzak yolculuk, insanın özüne yaptığı yolculuktur.
Toroslar’dan Tanrı Dağları’na uzanan bu başarı hikâyesi, coğrafyanın değil, iradenin eseridir. Aynı kökten gelen halkların ortak değerleri, bugün bilimde, sanatta ve kültürde yeni ufuklar açmaktadır.
