Tevfik OVACIK
Köşe Yazarı
Tevfik OVACIK
 

Durugörü Bir Yaşamı Merak Ederken

Durugörü Bir Yaşamı Merak Ederken Bu hafta Cem Soydemir’in Son Şaman adlı romanını bir çırpıda okudum. Güncel olaylarla Şamanlık, parapsikoloji gibi olguları çok iyi anlatmış. Kitapta geçen parapsikolojinin konusu Şamanlığın da özelliklerinden bir tanesi Durugörü kavramı ilgimi çekti. Durugörü yeteneği birçok özelliği içinde barındırıyor, ben de daha önce çok sığ şekilde bildiğim bu kavramı kitap vesilesi ile daha yakından tanıma fırsatım oldu. Hayatı algılama adına daha faydalı olacağını düşünmeye başladığım an öğrenme isteğim daha da arttı. Beş duyunun ötesi, yani altıncı his kavramını da karşılayan bir özellik… Bu kavramı düşünürken bırakın altıncı hissi, belki de normal duyu organlarımızla hissedebileceğimiz çok şeyi hissedemiyoruz artık diye düşündüm. Yani beş duyu organımız doğal duyularımız ama onları bile kullanamıyoruz. Bakıyoruz ama görmüyoruz, İşitiyoruz ama duymuyoruz. Tatlarımızı ayırt edemiyoruz ya da kaybediyoruz. Alışkanlıklarımızın bize öğrettiği tatlar bile yabancı, bize dayatılan tatları lezzet sanıyoruz. Kokular, hani yaratılmış her varlığın kendisine özel kokuları vardır. Koku parmak izi gibi yaratışmış varlıkların ayırt edici özelliği artık onu ayırt edemiyoruz, daha zayıf fark ediyoruz. Yapay kokular ruhumuzu yönlendirir oldu. Dokunma duyumuz hepten yok oldu. Yapay zekayı doğru kullanmazsak belki de duygu düşünce ve kabiliyetlerimiz iyice körelecek… Şimdilerde sadece maddi varlıklara dokunmayı hissetmek sanıyoruz. Öyle anlarımız olurdu ki; dokunarak onun sadece fiziki özelliğini değil manevi özelliğini yani ruhunu bile anlayabilirdik. Yaşamı öyle bir hale getirdiler ve biz onu öyle bir kabul ettik ki; Hislerimize yabancılaştık. Duyularımız köreldi. Oysa bakınca görebildiğimiz derinlikler, Kokusundan ayırt edebildiğimiz doğal yaşamın maddi manevi unsurları, Yaşamın doğal sesleri ile ruhumuzun ritmine verdiğimiz ayar, Yaratılış ihtiyacımıza göre hareket eden lezzet talebimizin şifaya vesile olan tatları, Hayata dokunuşumuzun salgıladığı mutluluk ve enerji, çevreden algıladığımız enerji ile kanatlanan ruhlarımız, Yaşamın içinde varlığımızı zenginleştirirken, bizim yaşamı tamamlayan hallerimizi fark edebilmemiz, tam yerinde olsaydı belki sıra DURU GÖRÜ bilincimizi de fark etmemizi sağlayacaktı. Oysa beş duyu organımızın bile hayatla bağı zayıflamışken, Altıncı hissimizin aktif olmasını beklememiz abes olmaz mı? Aslında bu yazıyı Van Erciş’te gölün kıyısında bahar aylarında şekilmiş, mavi göl manzaralı, yeşil merada, kırmızı lalelerin süslediği bir resme bakınca henüz bitirdiğim bu kitapta bahsedilen duru görü kavramı aklıma geldiği anda kaleme almak istedim.. Benzeri bir ortamı aynı yerde ben de yaşamış benzer resmi de çekmiştim. Resimdeki doğal olan bu ortam insanın beş duyusunu bütün kapasitesi ile kullandırırken, Duru GÖRÜ yeteneğini bile aktifleştirebilir. İnsanın kendi ile buluşmasına vesile olabilir. Artık ruhların büküldüğü, insanın sadece faydalı bir malzeme haline getirilip sistemin kullanışlı bir parçası gibi kullanıldığı dönemleri yaşıyoruz. Böyle bir ortamın efendileri ruh bükücü insanlar oluyor. Sadece bir resim değil; İnsanın insana, doğanın insana, Enerji kaynağı olabileceği ortamlar masal mekânları, kişileri, zamanları gibi oldu sanki… Son Şaman kitabını okurken Türk dünyasını şöyle bir hayal ettim. Türkler binlerce yıl önce doğayla iç içe yaşayarak onun bir parçası olma bilincini yakalamışlar. Bu özelliklerini hala kaybetmeyen insanlarımız var. Tabiatın aktif bir üyesi tamamlayıcı bir varlığı olarak yaratılmış en yüce varlık olma bilinci yaşamayı öğrenmiş. İklimle, coğrafya ile bitki örtüsü ve insan birleri ile daha uyumlu yaşamanın sırlarını binlerce yıl önce keşfetmişler. Tabiata, yaratılmış her varlığa, bir birine ve kendisine karşı değer üreten bir varlık olmuş. Doğal yaşam ile en üst düzeyde iletişimi kurmuş. Doğaya ilgisi hep canlı olmuş. Doğanın dilini konuşmuş. Doğayı anlamış algılamış. En kötü ihtimalle bu yaklaşımda olan insanlar daha çokmuş. Yaratılmanın enerjisi ile iç içe yaşayan bir toplumun feraseti de güçlü oluyor demek ki.. Şimdilerde insanlık küreselleşmenin oyuncağı olmuş faydalı bir mekanizma parçası haline gelmiş. Bizim milletimiz de insanlık en kadim özelliklerini kaybederken fiili duyu organlarının yeteneklerini de kaybetmeye başlamış. Şimdilerde doğayı katlediyoruz. İnsanlığı katlediyoruz. Bütün insani özelliklerimizi kullanmayı unutuyoruz. Böyle bir ortamda, Bir resim, doğal bir olay, güzel bir kitap, kaliteli bir bilgi,  tabii bir manzara, doğal bir tat, güzel bir ses, Kaliteli bir insanla karşılaşma, hayata samimi bir dokunuş çok insanın kendisini değerli hissettiriyor. Duru GÖRÜ duyguların yaşanabileceği insanlarla, yaşamları keşfetmeyi istiyor ve diliyorum İnşallah hepimiz enerji kaynağı olan yaşamı tamamlayan insanlarla oluruz. Geceye dönmüş yaşamları aydınlığa çeviren, karanlıkta yürüyen öncü rehberlere ihtiyaç var. O rehber önce biz olabiliriz. Ruhumuzu maddi dünyanın bizi ilgi odağı haline gelen bizi kendine mecbur eden kirlerinden arındırabilirsek neden olmasın? Belki de hepimize olmuştur, kalbimden geçmişti oldu sözünü, duygusunu halimizde daha çok yaşama kapısını aralarız.  
Ekleme Tarihi: 01 June 2025 - Sunday

Durugörü Bir Yaşamı Merak Ederken

Durugörü Bir Yaşamı Merak Ederken

Bu hafta Cem Soydemir’in Son Şaman adlı romanını bir çırpıda okudum.

Güncel olaylarla Şamanlık, parapsikoloji gibi olguları çok iyi anlatmış.

Kitapta geçen parapsikolojinin konusu Şamanlığın da özelliklerinden bir tanesi Durugörü kavramı ilgimi çekti.

Durugörü yeteneği birçok özelliği içinde barındırıyor, ben de daha önce çok sığ şekilde bildiğim bu kavramı kitap vesilesi ile daha yakından tanıma fırsatım oldu. Hayatı algılama adına daha faydalı olacağını düşünmeye başladığım an öğrenme isteğim daha da arttı.

Beş duyunun ötesi, yani altıncı his kavramını da karşılayan bir özellik…

Bu kavramı düşünürken bırakın altıncı hissi, belki de normal duyu organlarımızla hissedebileceğimiz çok şeyi hissedemiyoruz artık diye düşündüm.

Yani beş duyu organımız doğal duyularımız ama onları bile kullanamıyoruz.

Bakıyoruz ama görmüyoruz,

İşitiyoruz ama duymuyoruz.

Tatlarımızı ayırt edemiyoruz ya da kaybediyoruz. Alışkanlıklarımızın bize öğrettiği tatlar bile yabancı, bize dayatılan tatları lezzet sanıyoruz.

Kokular, hani yaratılmış her varlığın kendisine özel kokuları vardır. Koku parmak izi gibi yaratışmış varlıkların ayırt edici özelliği artık onu ayırt edemiyoruz, daha zayıf fark ediyoruz.

Yapay kokular ruhumuzu yönlendirir oldu.

Dokunma duyumuz hepten yok oldu.
Yapay zekayı doğru kullanmazsak belki de duygu düşünce ve kabiliyetlerimiz iyice körelecek…

Şimdilerde sadece maddi varlıklara dokunmayı hissetmek sanıyoruz. Öyle anlarımız olurdu ki; dokunarak onun sadece fiziki özelliğini değil manevi özelliğini yani ruhunu bile anlayabilirdik.

Yaşamı öyle bir hale getirdiler ve biz onu öyle bir kabul ettik ki;

Hislerimize yabancılaştık.

Duyularımız köreldi.

Oysa bakınca görebildiğimiz derinlikler,

Kokusundan ayırt edebildiğimiz doğal yaşamın maddi manevi unsurları,

Yaşamın doğal sesleri ile ruhumuzun ritmine verdiğimiz ayar,

Yaratılış ihtiyacımıza göre hareket eden lezzet talebimizin şifaya vesile olan tatları,

Hayata dokunuşumuzun salgıladığı mutluluk ve enerji, çevreden algıladığımız enerji ile kanatlanan ruhlarımız,

Yaşamın içinde varlığımızı zenginleştirirken, bizim yaşamı tamamlayan hallerimizi fark edebilmemiz, tam yerinde olsaydı belki sıra DURU GÖRÜ bilincimizi de fark etmemizi sağlayacaktı.

Oysa beş duyu organımızın bile hayatla bağı zayıflamışken, Altıncı hissimizin aktif olmasını beklememiz abes olmaz mı?

Aslında bu yazıyı Van Erciş’te gölün kıyısında bahar aylarında şekilmiş, mavi göl manzaralı, yeşil merada, kırmızı lalelerin süslediği bir resme bakınca henüz bitirdiğim bu kitapta bahsedilen duru görü kavramı aklıma geldiği anda kaleme almak istedim.. Benzeri bir ortamı aynı yerde ben de yaşamış benzer resmi de çekmiştim.

Resimdeki doğal olan bu ortam insanın beş duyusunu bütün kapasitesi ile kullandırırken,

Duru GÖRÜ yeteneğini bile aktifleştirebilir.

İnsanın kendi ile buluşmasına vesile olabilir.

Artık ruhların büküldüğü, insanın sadece faydalı bir malzeme haline getirilip sistemin kullanışlı bir parçası gibi kullanıldığı dönemleri yaşıyoruz.

Böyle bir ortamın efendileri ruh bükücü insanlar oluyor.

Sadece bir resim değil; İnsanın insana, doğanın insana,

Enerji kaynağı olabileceği ortamlar masal mekânları, kişileri, zamanları gibi oldu sanki…

Son Şaman kitabını okurken Türk dünyasını şöyle bir hayal ettim.

Türkler binlerce yıl önce doğayla iç içe yaşayarak onun bir parçası olma bilincini yakalamışlar. Bu özelliklerini hala kaybetmeyen insanlarımız var.

Tabiatın aktif bir üyesi tamamlayıcı bir varlığı olarak yaratılmış en yüce varlık olma bilinci yaşamayı öğrenmiş.

İklimle, coğrafya ile bitki örtüsü ve insan birleri ile daha uyumlu yaşamanın sırlarını binlerce yıl önce keşfetmişler.

Tabiata, yaratılmış her varlığa, bir birine ve kendisine karşı değer üreten bir varlık olmuş.

Doğal yaşam ile en üst düzeyde iletişimi kurmuş.

Doğaya ilgisi hep canlı olmuş.

Doğanın dilini konuşmuş.

Doğayı anlamış algılamış.

En kötü ihtimalle bu yaklaşımda olan insanlar daha çokmuş.

Yaratılmanın enerjisi ile iç içe yaşayan bir toplumun feraseti de güçlü oluyor demek ki..

Şimdilerde insanlık küreselleşmenin oyuncağı olmuş faydalı bir mekanizma parçası haline gelmiş. Bizim milletimiz de insanlık en kadim özelliklerini kaybederken fiili duyu organlarının yeteneklerini de kaybetmeye başlamış.

Şimdilerde doğayı katlediyoruz.

İnsanlığı katlediyoruz.

Bütün insani özelliklerimizi kullanmayı unutuyoruz.

Böyle bir ortamda,

Bir resim, doğal bir olay, güzel bir kitap, kaliteli bir bilgi,  tabii bir manzara, doğal bir tat, güzel bir ses,

Kaliteli bir insanla karşılaşma, hayata samimi bir dokunuş çok insanın kendisini değerli hissettiriyor.

Duru GÖRÜ duyguların yaşanabileceği insanlarla, yaşamları keşfetmeyi istiyor ve diliyorum

İnşallah hepimiz enerji kaynağı olan yaşamı tamamlayan insanlarla oluruz.

Geceye dönmüş yaşamları aydınlığa çeviren, karanlıkta yürüyen öncü rehberlere ihtiyaç var.

O rehber önce biz olabiliriz.

Ruhumuzu maddi dünyanın bizi ilgi odağı haline gelen bizi kendine mecbur eden kirlerinden arındırabilirsek neden olmasın?

Belki de hepimize olmuştur, kalbimden geçmişti oldu sözünü, duygusunu halimizde daha çok yaşama kapısını aralarız.

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve silifkesesimiz.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
https://jazziraes.com/ https://bramblesva.com/ https://seattledogresort.com/ https://bestlifecoachcollective.com/