Kökleşmiş Fikir
Montesquieu der ki: “Hayatta en zor mücadele, kökleşmiş fikirleri değiştirmektir.” Rousseau ise buna karşılık şöyle açıklar: “En parlak çaba, bir fikri ona alışkın olmayanlara kabul ettirebilmektir.” Gazâlî’ye “En mesut anınız hangisi?” diye sorduklarında o da kısaca şu cevabı vermiş: “Hak sözünün bütün anlamıyla insanlar tarafından genel olarak takdir edildiği saatler!”
Bu üç hikmet sahibi arasında en bahtsız olanı muhtemelen Gazâlî’dir. Çünkü bizim çağımızda bile, “hak-söz” çoğu zaman ya geç duyulur ya da hiç işitilmez. Yine de tarih, her neslin aynı sözleri farklı biçimlerde yeniden okuyup anlamlandırdığını gösterir. Biz insanlar, eksiklerimizi tartmadan duramayız; bu yüzden de “fikir değiştirmek” yalnızca bir zihin egzersizi değil, bir toplumsal mühendislik ve karakter terbiyesi meselesidir. Bu yüzden bir sonuç çıkarmak ve anlam yüklemek sevdasından vazgeçemiyoruz.
Asıl mesele şu: Bizde fikirlerin değil, alışkanlıkların kökleştiği bir düzen var. Alışkanlık, zekânın en kurnaz kılıfı; konforla birleşti mi, en kolay şeyi “doğru” sanıyoruz. Böylece kurumlar vitrinini parlatırken, arka odada toz kümeleri birikiyor: Kararlar verilerle değil, ezberlerle alınmaya başlıyor; itiraz “saygısızlık”, sorgu “kargaşa” sayılıyor. Oysa fikrin değeri, kabul gördüğünde değil, itiraza dayanabildiğinde anlaşılır.
Peki, neden zor? Çünkü kökleşmiş fikir, yalnızca bir düşünce değildir; kimliktir. Onu bıraktığımızda, sanki aidiyetimizi yitiriyoruz. Tam burada Rousseau’nun “parlak çabası” devreye girer: Yeni fikri kabul ettirmek için, önce eski fikrin hangi ihtiyacı karşıladığını anlamak gerekir. O ihtiyacı görmezden gelen her çağrı, hakikat dahi olsa, kulak bulmaz. İnsan, önce görülmek ister; sonra ikna olur.
Buradan bugüne:
Okulda, doğru cevap sevgisi yüzünden doğru soruyu sormayı ihmal ettik.
Medya’da, yaşamı merak etme sevgisi hakikatin sabrını yedi.
Yönetimde, hırs ve yükselme sevgisi, yapılacak niyetin cesaretini bastırdı.
Gündelik hayatta, “böyle gelmiş” rahatlığı “böyle gider” yanılgısına dönüştü.
Çözüm; ne mucize ne manifestodur, basit ama disiplinli adımlardır:
İtirazı normalize etmek: Kurum içi toplantılarda “kötünün ya da onun bunun avukatı” unvanları vermemek.
Veriyle konuşmak: “Hissiyat”ı değerli tutalım ama kararı ölçülebilir hedeflere bağlayalım. Başta küçük pilotlar, sonra ölçek.
Geri bildirim kültürü: Süslü anketler değil; iki cümle-iki karar kuralı: “Ne işe yaradı? Ne değiştireceğiz?” Cevabı belirlenen süreler içinde duyur.
Başarısızlığın görünürlüğü: Başarısız projeyi saklamak yerine, onu öğrenme kütüphanesine çevir. Hata kabulü, fikri günceller. İnkar, fikri fosilleştirir.
Dairesel denetim: Üstün astı, astın üstü, kurumun vatandaşı değerlendirdiği üç yönlü bir kontrol. Eleştirinin rotası tek yön olmaz.
