Her Çocuk Bir Âlem: Mekteb-i Hayatın Sessiz Kahramanları
Eğitim... Yalnızca bilgi aktarmak mıdır? Yoksa her bir çocuğun iç dünyasına ulaşmak, o benzersiz sesi duymak, o sesi anlamak mıdır? Bugün sınıflarımızı dolduran çocuklara baktığımızda, aynı sıralarda oturduklarını, aynı kitapları açtıklarını, aynı sınavlara girdiklerini görüyoruz. Ama içlerinden her biri farklı bir hikâye, farklı bir ruh, farklı bir gelecek taşıyor.
İşte bu yüzden; gerçek bir eğitimcinin ilk görevi, çocuğu tanımaktır. Aradan geçen onlarca yıla rağmen bu cümledeki hakikat, eğitimde tüm reformların temel taşı olmayı sürdürecektir.
Bazı çocuklar hareketlidir, oyun doludur; bazıları ise içine kapanıktır, sessizdir, hayal kurar. Kimisi küçük bir uyarıya bile derinlemesine üzülürken, kimisi uyarıldığını fark bile etmez. Kimi cıva gibi yerinde duramaz; kimi ise sessiz bir kitap gibi, sadece doğru okunmayı bekler. Ve hiçbirinin mizacı, zekâsı, görgüsü, hayata bakışı bir diğerine benzemez.
Öyleyse neden onları aynı ölçütlerle değerlendiriyoruz?
Bugün bizler sınıflara baktığımızda, aynı üniformayı giyen, aynı sıralarda oturan, aynı sınavlara giren çocukları görüyoruz. Fakat onları sadece dış görünüşleriyle değerlendirmek, gökyüzüne bakıp bütün yıldızları tek bir parıltı sanmak gibi bir yanılgıdır. Bugün sınıflarımıza girdiğimizde, karşımızda sadece öğrenciler değil, geleceğin mimarları oturuyor. Onlara sadece ders değil, ilgi, anlayış ve en önemlisi tanınmışlık hissi vermeliyiz.
Bir öğretmen için başarı; bilgiyi aktarmak kadar, öğrenciyi anlayabilmekte gizlidir. Her çocuk farklı bir çevrede yetişir; ailesinin mesleği, yaşam tarzı, kültürü, hatta sokağı bile onun dünyasını şekillendirir. Bu farklı dünyaları tanımadan verilen her eğitim, eksik kalır.
Çocuklar... Kimisi ateş gibidir, kimisi su gibi. Kimi kelimelerin büyüsüne kapılmıştır, kimi rakamların sonsuzluğunda yol alır. Kimi sessizdir ama kalbi cümlelerle doludur; kimi koşar, zıplar ama duygularını kelimelere sığdıramaz. Gerçek bir eğitimci, tüm bu farklılıkları görmekle mükelleftir. Çünkü her çocuk, kendine mahsus bir haritayla gelmiştir bu dünyaya ve bizler o haritanın sadece pusulası olabiliriz.
Ayrıca her çocuk, doğuştan gelen farklı yeteneklerle gelir hayata. Kimi müziğe yatkındır, kimi resme, kimi matematiğe, kimi tarihe, kimi edebiyata… Kimi liderlik vasıfları taşır, kimi dinlemeyi iyi bilir. Eğer bu yetenekler zamanında fark edilmez ve işlenmezse, parlayacak cevherler gölgede kalabilir. Ve bazen işlenmeyen yetenekler, topluma zarar veren yönlere bile evrilebilir.
İşte bu nedenle, bir eğitimcinin en temel sorumluluğu, çocuğu tanımak olmalıdır. Tıpkı bir doktorun doğru teşhis koyması gibi, bir öğretmenin de öğrencisini anlaması, onun gelişimi için atılacak her adımın pusulası olacaktır. Aksi halde yapılan tüm emek, sadece zaman kaybı değil, çocuk adına da bir haksızlık olur.
Eğitim sistemimizdeki en büyük eksikliklerden biri de budur: Herkesi aynı biçime sokma çabası. Halbuki eğitim, bir biçim verme değil; içte olanı keşfetme, geliştirme, parlatma sürecidir. Bu da ancak tanımakla mümkündür. Çünkü bir çocuk kendini anlaşıldığını hissettiğinde; yalnızca ders değil, hayatı da öğrenmeye başlar.
Unutmamalıyız: Her çocuk, kendi ailesinin geçmişinden, mahallesinin kültüründen, hayatın ona sunduğu fırsatlardan ve kimi zaman da yoksunluklardan izler taşır. Bu yüzden, tek tip eğitimle, tek kalıba dökülmüş bir sistemle onların tamamına ulaşmak, onları anlamak mümkün değildir.
Bugün eğitim sistemimizin sıkça şikâyet edilen ezberci yapısı, işte tam da bu noktada tıkanmaktadır. Çünkü hâlâ çocukları tanımadan, onların iç dünyalarını keşfetmeden öğretmeye çalışıyoruz. Hâlbuki öğretmenlik bir bilgi aktarımı değil, aynı zamanda bir keşif yolculuğudur. Ve bu yolculukta en önemli pusula çocuğu tanımaktır.
“Muallim bir kandile benzer, kendini tüketerek başkasına ışık verir” sözü ne kadar kıymetliyse, “Kime ışık verdiğini bilen kandil” olmak da bir o kadar değerlidir. Çünkü yanlış teşhisle yapılan eğitim, çocukları sadece başarısızlığa değil, özgüvensizliğe, sevgisizliğe ve en beteri kendini bilmemeye sürükler.
Gelin bugün bir sınıfa girdiğimizde, önümüzdeki sırada oturan her çocuğa yalnızca bir öğrenci olarak değil, bir hikâye, bir umut, bir potansiyel olarak bakalım. Çünkü eğitim; ezberletmek değil, anlamakla başlar.
Bir öğretmenin teşhisi, sadece bir çocuğun değil, bir toplumun kaderini de değiştirebilir.
