Hayatta Nasıl Kalınır -2
İlkokulda Ahlak ve Beden Eğitimi İlişkisi
Ahlaki eğitim yalnızca doğru-yanlış ayrımını öğretmekten ibaret olmamalı; davranışların bireyin kendi bedeni ve çevresi üzerindeki etkileriyle ilişkilendirilmelidir. Bir çocuğun yaptığı bir hareketin sonucunu yalnızca sözlü uyarılarla değil, eylemin geri dönüşleriyle hissetmesi gerekir. Böylece vicdan ve eylem arasında güçlü bir bağ kurulur. Beden eğitimi ise sadece fiziksel beceriler değil, aynı zamanda disiplin, özsaygı ve empati geliştirme aracı olarak kullanılmalıdır.
Ben kendi ilkokul dönemimde çok özverili bir sınıf öğretmenine denk geldim. Okuma yarışmasından farklı yarışmalara kadar rekabet duygusu yaşatırdı. Her öğrenci bir şekilde sürece dahil edilirdi. Böylece rekabet sağlıklı olurdu. Özetle milli bayramlar başta olmak üzere çeşitli etkinliklerde yapılarak her bireye dokunmaya özen gösterirdi. Fakat şimdi öyle mi? Her yerde aynı kişilerin rol aldığı çocukları görürüz. Bakıyoruz bilgi yarışmasında, sınıfta sürekli aynı kişilere söz hakkı verme, bakıyoruz bir başka etkinlikte… Belki okuyanlar diyecekler benim çevremde yok öyle. Ya da öğretmenler diyecek ki yanlış. Düşünün okuldaki öğrenci sayısını… Her bireyi farklı dallarda olmak üzere birer görev veriyor muyuz? Hayır. Çünkü eşitlik, ekonomi, önyargı… Maalesef bunu da net bir şekilde başaramadığımızı söyleyebiliriz. Bakıyorum öğrencilere ekonomi derdindeler. Zaten öğretmen bize bu şekilde hissettiriyor. Biz bu yaşlarda parayı her anımızda düşünmüyorduk da diyebiliriz. Hatta öğretmenimiz bunu hissettirdi. Bir başka öğretmen denk geldi mi sorardı. Ne oldu diye? Biz de söylerdik. Meselelerden biri de bu işte. Hocanın iletişimde ne kadar güçlü olduğu. Samimi olarak her bireyin iletişimini güçlendirmesi de var.
Rekabet duygusu, yanlış yönetildiğinde çocukların ruh dünyasında hasarlar bırakabiliyor. Kazanan örnek gösteriliyor, diğerleri ister istemez geri planda kalıyor. Bu da yetersizlik hissini pekiştiriyor. Oysa çocukluk, kıyasın değil; her bireyin içindeki cevherin fark edilmesi gereken bir dönemdir.
Bazen rekabetler küçük yaşta sorunlar yaşatabilir. Hem ödül alan kişi örnek gösterildiğinde yaşadığı psikolojisi ve getirdiği sorumluluklar…. İleride bu çocuklar Sonra ona kıyasla küçümsenmiş gibi hissedilen diğer bireyler… Ya da onun çocuğu bunu yapmış gibi yarışırcasına bireylerimizi robotlaştırmak... Çevremizde vardır böyle bireyler. Kategori yapmak iyi bir şey değildir. Ancak teşbihte hata olur mu bilemem. Bu kategoride öğrencilerin hangi durumları başarılı, hangilerinde başarısızdır dersek sonuçlar ortadadır. Tabi meslek gibi diğer açıdan bakıldığında orada referanslı torpil dönemine gelmesi ayrı bir konudur.
İlkokulda bile artık detaylı bilgiler veriliyor… Neden? Üretim öğrenmesin, sorumluluk öğrenmesin, hesap yapmasın, başarılı bireyleri memur hayatına girerek köleleştirmek istenen bir sistemdiyiz. (Zeka soyut bir kavram olduğu için değişkenlik gösterebilir. Başarıyı da ona göre düşünebiliriz.)
Unutmamalıyız ki, çocuklar doğduklarında ne isimlerini, ne ailelerini, ne de inançlarını seçebiliyorlar. Ancak onlara sunulan eğitimle kendi yaşamlarını inşa edebiliyorlar. Bu nedenle ilkokul eğitimi, yalnızca bilgi aktarımı değil; bir bireyin benliğini inşa ettiği en temel aşamadır.
İşte böyle sistemindeyiz... Tek tip, tek ideoloji içerisinde yer almamız isteniyor. Bunun gücünü elinde tutanlar biz sizin yerinize haklarınızı ve ekonominizi hallederiz. Sorumluluk yetkisi bizde keyif sizde olsun derler.
Ancak birey her yaşta hayatta kalmayı öğrenmelidir. Hesabını, iletişimini, nerde konuşup nerde nasıl davranacağını… Kısaca her yaşta terbiye, nezaket ve görgü kuralları vardır. O yüzden her yaşta da haklarını öğrenmeleri gerek. Bu yüzden her yaşın güzelliği ve tecrübesi farklıdır demez miyiz?
Ahlaki eğitimin yalnızca soyut kavramlarla değil, davranışların bedensel ve sosyal yansımalarıyla da ilişkilendirilmesi gerekir. Örneğin, başkalarına zarar vermenin bireyin kendi iç dünyasında nasıl bir etki bıraktığı anlatılmalı; beden eğitimi yalnızca fiziksel güç değil, aynı zamanda disiplin, özsaygı ve empati geliştirme aracı olmalıdır.
Geçmişte yapılan okuma yarışmaları, bayram etkinlikleri, bireyde kimlik ve aidiyet bilinci oluştururdu. Günümüzde ise çocukların erken yaşta ekonomik baskılarla tanışmaları, çocukluk dönemine zarar vermektedir. Durum böyle alınca kabaca yarışan bir cansız nesneye dönüştürüldük. Mevlana’nın dediği gibi: “Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguyu paylaşanlar anlaşır.” Eğitim bu dönemde duygu temelli olmalıdır. Aksi halde eğitimsiz bir zihin, kilidi olmayan bir kapıya benzer; ne içeri girilir ne de dışarı çıkılır.
Sınıf öğretmenlerinin rolünün burada neden çok büyük olduğu apaçıktır. Normal şartlarda bir birey ortalama olarak sınıf öğretmeniyle 3-4 sene vakit geçirir. Belki çoğu birey anne ve babasından çok o yaşlarda öğretmeniyle zamanını geçirir. O yüzden o anki aldığı eğitimle ekilmeyen topraklarda, cehalet biçeriz diyebiliriz.
Şu durumu da hatırlamalıyız. Bir insanın ortalama ömrü yaşı 60 olduğunu varsayarsak, bu oranda ne kadar zamanımızı harcadığımızı tekrar tekrar düşünmemiz gerekmektedir.
Devamı var.