Yabancılaşmadan Doğru Çağdaşlaşmak
Bir parmağın izi nasıl kendine özgüyse, milletlerin de benzersiz bir mizacı, ülküsü, dili, zevki ve karakteri var. Üstelik bu karakter tek bir günde oluşmuyor. “Milli ahlaklar,” ve “Milli Zaferler” de bunların oluşmasında etkisi vardır. Milli ahlâk ve karakter iç içe geçilen uzun bir beraberlikten süzülür. Beraber yaşama tecrübesinin ve ortak bir vicdanın doğurduğu bir ihtiyaçtır. Hem korur hem de yol gösterir.
Altın Temeller Olmadan Olmaz: Millet olmanın zemini; hafızayla terbiye, değerlerle hayat arasında kurduğumuz uyumda saklı. Bu uyumu kuramazsak, esen ilk rüzgârda savrulan göç kervanına döneriz. Nasıl ki insanı yoktan var edemiyorsak, milleti de sıfırdan “icat” edemeyiz. Kendi ilkelerimizi, kurumlarımızı, dillerimizi, gelenek ve göreneklerimizi yaşatmak; gelişmenin ön şartıdır. Sistem budur diyerek inancımız ve ahlakımızı köreltmemek gerekir. Milli-manevi sınırlarını çizmiş bir millet daima köprülerini yitirmeden yaşamaya devam eder.
Kökten Geleceğe: Gelişme, geçmişi inkâr etmek değil; geçmiş ile gelecek arasında köprü kurarak tarih ve kültürünü güçlendirip yaymaktır. Bir geleneği bugüne ve yarına taşıyarak çağın ihtiyacına göre genişletmek sizi nasıl hissettirirdi? Çağdaşlaşma dışarıdan araç ve malzeme de aldırabilir. Ama içerde dikkat edilmeli! Kültür ve kabiliyetimizi büyütmek için mutlaka “kendimize dönmeyi” de zorunlu kılar. Yıllardır aranan bir umut iksiri aslında içimizde kaynıyor. Mesele, yatağını bulmasını sağlamak.
Yabancılaşmanın İncelikleri: Son yılların en görünür sancısı, “başkasına benzemeye çalışırken kendimizden uzaklaşmak.” Bu, sadece kıyafetteki uyumsuzluk ya da mimarideki biçimsizlik değil; sanatta nefes darlığı, dilde ses uyumsuzluğu, toplumsal ilişkilerde kopukluk olarak karşımıza çıkıyor. Güven ve umut limanlarımıza uğrayan her geminin “vergileri” alıp iş insanlara aktarılan alışkanlıklar, ruhumuzda da kalıcı yer tutuyor.
Bunun yanı sıra dışarıdan gelenlere kucak açıp her alanda koşmak Türkiye vatandaşına yakışır bir davranıştır. Misafirperverlik iyidir; ama dil, ekonomi ve evin anahtarını da başkasına bırakmak, ev sahipliğini tamamen kaybetmektir. Birini kaybederken düzeltmemiz gerekirken bunları sırasıyla vermek çağdaşlaşmanın, cumhuriyetçiliğin hangisine sığar? Geçmişimizde yabancı ülkelerin aldatıcı davranışları ve sahte dostlukları zehirli sarmaşık gibi devam edilmesin artık!
Toplumsal hayatımızda görülen ve gözlemlenen tecrübelere göre özgür yaşama ve güç bende diyerek yanlış kararlar alınmasında da etkisi olmuştur. Küçükler temel olan konuları ciddiyetsiz şekilde yaklaştıkları için keyiflerine göre hareket etmektedirler. Kızlarımızda, erkekler gibi gereksiz yere özenerek maddi ve manevi olarak ailesini yıpratmaktadır.
Temel kaynaklarımıza dönmeyerek geçmişten ders alamıyoruz. Yokluk içindeyken sefa sürmek bizim acı akıbetlerimizdendir. Bu durumlar bir nevi benliğimizden ayrı yaşama isteğimizin acı bir sonucudur. Kimilerine göreyse yalnız yaşamaya mahkûm bırakıldığımız için!
Sentez Var, Teslimiyet Yok: Dünyaya kapalı kalmak çıkış yolu değil. Fakat açılmak, benliği rehin vermek demek de değil. Kravatla yerli nakış yan yana durabilir. Mesele, niçin durduklarını bilmektedir. Operayı da türküyü de şiiri de sevebiliriz. Ama ikisini de kendi sesimizle söyleyebildiğimiz ölçüde… Kütüphanemizde hem geleneksel bilgiler hem çağdaş bilgiler bulunabilir. Kıymet, bu iki dünyayı birbirine tercüme edebilmektedir. Tabi bunu yaparken de aktarırken de ruhumuzu herkese açık vizesiz ülke gibi kullandırmamak gerekir. Belirli kurallardan geçerek yoluna devam etsin. Geçerken “ötekini düşünme” algısına düşmesin. Fransız, Alman, Rus, Amerikalı ve İngiliz olma isteğiniz varsa millî varlığımıza hangi açıdan baktığınızı tekrar düşünün! İşte düşünüp bulduğunuz konu ya da konular üzerinde neler yaptınız?
Özgüven Üzerine: “Bize benzeyen” hayatı kurmak, tek tipçiliğe sığınmak değil; kendi kudret ve imanımızı tanımaktır. Yabancı olanı reddetmeden, yerli olanı idealize etmeden; ama her ikisini de akıl ve estetik süzgecinden geçirerek… Seçebilen, ayıklayabilen, dönüştürebilen bir özgüven olmalıdır. Coğrafya, çevre kaderdir diyerek bir kenara oturup düzelmesini bekleyemezsiniz. Yönetimde insanın geleceğini belirler. Ama gençleri bazı durumlardan geri bırakmayın. Temeli çürük olursa geleceği nasıl olur?
Milli Asalet ve Ululuk İçin: Gerçek ağırbaşlılık; değişken rüzgârların önünde eğilip bükülmeyen sağlam bir ahlâk ve karakterle mümkündür. Yücelik, cömertlik, dayanma ve doğruluk bunlar süslü kelimeler değil, her günkü hayatın direkleri arasında olanlardır. İşi düzgün yapmak, sözü doğru söylemek, emanete sadık kalmak… Hepsi birer karakter inşasıdır.
Son Söz: Kendimize doğru yürümek; mazinin ağırlığını değil, bilgisini taşımak; dünyanın nimetlerinden yararlanırken kendi sesimizi kaybetmemektir. Genç kuşağa düşen de budur: Kopya değil, yorum; taklit değil, birleştirme… Çünkü asıl ilerleme, başkasının aynasında değil, kendi aynanda kendini seçtiğin anda başlar.
