Tarih, Kimlerin Hatırası?
Tarih kitaplarında bir adım var. Herkes onu bilir. Bir de onun yanındaki birkaç kişi: Komutanlar, siyasetçiler, cemiyet kuranlar, nutuk atanlar... Peki ya geriye kalanlar? Onlar için sessizlik hüküm sürer.
Uzun zaman bu sessizlikten habersizdim. Gittiğim her ilçede geçmiş belediye başkanlarının özgeçmişine bakar, tarihe damga vurmuş aileleri, Osmanlı hanedanından gelenleri, Divan-ı Hümayun üyeleri ve ailesini ya da Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine katılanları araştırırdım. Hep üst kattan bakardım tarihe. Ama zamanla anladım ki, alt katlarda da hayat vardı. Ve o hayatlar, tarihin eksik yazılmış bölümleriydi.
Tarihi yalnızca “yaşanan büyük olaylar” değil, o olaylara karışmadan ama o olayların içinde ezilerek yaşayan insanlar da şekillendirir. Savaşlara katılanlar kadar, savaşanlara yemek pişirenler, yaralıları taşıyanlar, moral verenler de tarihtir. Kürsüde konuşan kadar, o sözlere kulak veren insanlar da tarihin içindedir. Ancak onların adı nadiren geçer.
Tarihi bir ilçede yaşamanın yüklediği sorumlulukla, gözlemlerimi derinleştirdim. Silifke'deyim. Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ün gelip Gazi Çiftliği’ni kurduğu bu kentte, Türkiye’nin ilk tarımsal kooperatiflerinden biri doğdu. Ama soruyorum kendime: Bugün bu mirasın sözlü tarihi sağlıklı biçimde aktarılabiliyor mu?
Zamanla şunu öğrendim: Geçmişi anlamak için sadece büyük isimlere değil, sessiz tanıklara da kulak vermek gerekiyor. Dernekler, vakıflar, kooperatifler, sanatçılar, insanlara maddi ve manevi destek olanlar, motivasyon kaynağı olanlar, yerel basın… Bunlar da tarihin sessiz ama güçlü taşıyıcılarıdır.
Bugün herhangi bir konuda sözlü tarih sağlıklı bir şekilde aktarılıyor mu? Ne yazık ki hayır. “Nasıl olsa anlatılıyor” denilen nice değer, yazıya dökülmediği için yok olup gidiyor. Söz uçar, yazı kalır derler ya; biz sözü havaya savurup yazının sorumluluğundan kaçıyoruz.
Oysa hâlâ direnenler var. Mesela Hatice OKUR DÖNÜM, Gazi Çiftliği’nin hafızasını yaşatmak için yıllardır mücadele ediyor. Ama hakikat şu ki; bazı yükler tek bir omuza fazla gelir.
Tarih yalnızca cephede savaşanlarla ya da büyük nutuklar atanlarla yazılmaz. Tarih, aynı zamanda mahalle arasında kitap kokusu yayan bir adamla da yazılır. Mesela Yaşar ÖZTÜRK sadece yazar ve Silifke Halk Kitabevi’nin yürütücüsü değildir. Aynı zamanda kültürün, motivasyonun, sanatın ve huzurun mekânını kurmuş bir insan. Kütüphaneler inşa etmiyor ama insanları birbirine bağlayan bağlar kuruyor. O bir sosyolog ya da psikolog değildir ama insanların ruhuna dokunur. Tanıyanlar için orası bir tür ortak bilinç durağıdır.
Sadık CİVELEK ne yapıyor peki? “Sesimiz” gazetesiyle Silifke'nin bugününü yarına taşıyan notlarını bir araya getiriyor. Bu gazete, Silifke yerel basın tarihinde türlere göre ilk beş arasında yer alıyor diyebiliriz. Onu yaşatmak sadece gazetecilik değil; bir kentin hafızasını diri tutma çabasıdır.
Ya da Aytaç KURTUBA… Taşeli coğrafyasını tanıtmak için yıllarca mücadele etti. O, belki bir bakan değildi ama bölgesel kültürün seyyahıydı. Bir televizyon programı yapmasa da gönüllü bir tanıtım elçisidir. Coğrafyanın, turizmin hafızasını taşır; gittiği her yerde yerel değerleri görünür kıldı.
Mustafa Devrim EYCE de var. Eğitime, kültüre, en çok da dayanışmaya kendini adamış bir isim. Onun gibi insanlar olmasaydı, bugünkü gençler kimin izinden yürüyecekti? O da tıpkı diğerleri gibi sessiz kahramanlardan biri.
Ve elbette Arslan EYCE… Bugün aramızda olmayabilir ama adı yalnızca birkaç gazete haberinde ya da kitap sayfasında geçip gitmemeli. O, kalıcı bir hafızayı hak ediyor; yazılmalı, anlatılmalı, yaşatılmalı.
Bu isimler çoğaltılabilir: İrfan Ünver NASRATTINOĞLU, Rıfat YÖRÜK, İlhame ÖZTÜRK, Ayhan YALÇIN, Rıfat KARADUMAN. Mustafa İNCEOĞLU, Mustafa BECEREN, Esma DEVECİ, Songül SAYDAM ÖZTÜRK… Listeyi sınırlamak haksızlık olur. Her ilçede, her kasabada böyle insanlar vardır: Bir kooperatifi kuran, bir öğrenciye burs veren ya da sadece bir çocuğun kitapla tanışmasını sağlayan biri…
Ne var ki bu isimler ne ders kitaplarında yer bulur ne de ansiklopedilerde. Ama Silifke'nin sokaklarında, insanların hafızasında yaşarlar. Ve şimdi soralım: Tarih dediğimiz şey, sadece devletin yazdığı mıdır, yoksa halkın yaşadığı mıdır?
Tarih, sadece kuranlarla değil, katlananlarla da yazılır. Herkesin yazılı tarihe geçmesi mümkün değil ama unutmamamız gereken şey şu: Geçmese de iz bırakır. O izler de tarihi şekillendirir.
Bugün bizlere düşen, bu izleri silinmeden kayda geçirmektir. Tek bir kişiyle olmaz bu iş, evet. Ama biriyle başlar.
