Silifke’den İstanbul’a Yolculuk
Yolculuk sadece mesafe katetmek değildir; insan bazen kilometreleri aşarken, ülkesinin halini de kilometre taşı gibi bir bir sayar. 2025 Ağustos ayında Silifke’den İstanbul’a giderken yaşadıklarım, bana sadece yolun uzunluğunu değil, sistemin açmazlarını da gösterdi. Belki okurlarımızdan birine fayda olur, belki de yönetenlere bir ders…
Silifke: İndirim Var Ama Yok
Özel durumunuz varsa otobüs firmalarında türüne göre belirli indirim vardır. Bazıları umursamaz, herkese standart fiyat veren bir o kadar mağdur eden obilet üzerinden biletlerini alırlar. Sizin durumunuzu da önemsemez.
Otogarda “öğrenciyim” diyorsunuz, “bizde öyle indirim yok” cevabı geliyor. “Engelliyim” diyorsunuz, “öyle bir kanun kalmadı” diyorlar. Üstüne bir de fiyatı önce şişirip sonra sözde indirim yapıyorlar. 570 liralık bilet, öğrenciye 700’den, engelliye 900’den hesaplanıyor. Bu mudur sosyal devlet anlayışı? Sadakat indirimi yok, aile indirimi yok, ama “ya al ya git” tavrı var. Sonra da şikâyet ediyorlar: “Neden herkes internetten bilet alıyor?” Saygı yoksa, müşteri de kalmaz.
Aradan zaman geçti, yine Silifke’den otobüse binmem gerekti. Özel durumumu belirttim ama ne oldu? Bilet mesajı gelmedi. İndirim denilen şey de özel durumuma göre değil; herkesin aldığı sıradan indirimle aynı kefeye kondu.
Koltuk boş görünüyor, internetten satılıyor ama iş sen gişeye gelince, “mesaj yok, işlem yok.” Peki soruyorum: Yolda çevirme olsa, kimlik kontrolü yapılsa, ceza kime kesilecek? Hem yolcuya hem firmaya… Normal prosedür neyse yapılmalı ki kimse sıkıntı yaşamasın. Kaza riskini bile düşünmek gerekir. Ama verilen cevap ne? “Al paranı, git başka firmayla.” İş bu mu yani sevgili okurlarım? Böyle olunca akla türlü sorular geliyor:
- Bilet kesilmiyorsa, o paralar nereye gidiyor?
- Bilet kesmek yasal zorunluluksa, yolcunun hakkı nasıl gasp edilebiliyor?
- Her firma kendini kanun koyucu sanırsa, bu düzende adalet kimden sorulur?
Unutmayalım: Yasa koymak Meclis’in, uygulamak devletin ama vatandaşın cebine göz dikmek kimsenin hakkı değildir.
Karaman: Sessizlik, Dolmuş ve Pahalı Su
Silifke’den İstanbul ya da Kocaeli’ne gidenlerin yolu çoğu kez Karaman’dan geçer. Çünkü tren, hem zamandan tasarruf hem de yolculuk konforu sunar. Ama Karaman’a varınca işler değişir. Otogardan iniyorsunuz, “Tren garına nasıl gidebilirim?” diye soruyorsunuz. Sessizlik. Kimse cevap vermiyor. İlk kez gideceğim için soruyorum ama tek aldığım şey boş bakışlar. Sanki dilim başka gezegenden… Oysa insan “yol tarifi” istemekten daha doğal ne ister? Neyse ki dolmuş yazılarını tek tek okuyarak buldum.
Tesadüf bu ya, sorduğum kişi de İstanbul’a trenle giden yolcu, şoförse zaten gara giden kişi çıktı. Ne garip değil mi? Sanki herkes bildiğini saklıyor da siz keşfetmek zorunda kalıyorsunuz.
Bir diğer şaşırtıcı nokta: 6 yaş üstü herkes için 20 TL ücret. Çocuğunuz 6 yaşını doldurmuşsa cebinizden ayrı bir para daha eksiliyor. Ama garın içindeki bekleme salonu, ücretsiz tuvaleti, trenin içindeki konforu görünce “en azından burada insan yerine konuluyorum” diyorsunuz. Hele tuvaletlerin ücretsiz oluşu, yolcuya verilen değerin küçük ama kıymetli bir göstergesi.
Teknoloji düşkünleri için priz ve internet imkânı büyük avantaj. Ama işte kafeteryaya uğradığınızda moral bozuluyor. Aynı markanın suyu markette 3,75 TL iken, trende 20 TL! Fiyat uçmuş, kalite aynı. Aradaki fark, yolcunun sırtından kazanılan “rahatlık bedeli” midir? Personelin kibarlığı ve saygısı gerçekten örnek. Ama şu soruyu sormadan da edemiyorum: Fiyatları şişiren bu “fazla kibarlık” mıdır, yoksa vatandaşı en kolay yoldan söğüşlemek mi?
İstanbul dönüşünde Karaman üzerinden Silifke’ye gelmek istedim. Tam da bir tane aracın gitmesine 10 dakika vardı. 2 koltuk boş lakin sorunca dolu dediler. Bir tane kadın geldi sordu boş yerimiz var dediler. İnsan üzülüyor ister istemez sordum. Bana dolu dediniz. Evet dolu 2 yolcumuz gelmeyecek o yüzden. Peki bende gitsem olmaz mı? Hayır olmaz yolcuların adı belli. Ama o kadın bindi? Neden bu ayrımcılık var ki? Bir sonraki otobüs seferi için indirim istedim. Özel durumumu belirttim bana normal indirim o öğrenci olan kıza sormadan benden daha fazla indirim yaptılar. Irkçılık mı var?
Kocaeli: Sağlık mı, Saklambaç mı?
Trenler yaz sıcağında bazen gecikir, normaldir. Normal olmayan şey, İzmit tren garına inince tuvaleti bulamamanızdır. Çünkü ücretsiz olan saklanmış, ilk göze çarpanlar ise büyük puntolarla yazılmış ücretli tuvaletlerdir. Yabancı biri için de hakkını arayan biri için de bulmak mesele. Bu mu yolcuya hizmet? Bu mu misafirperverlik?
O gece akrabamda kaldım, hastalandım. Sigortam yok. Yeşil kart var ama adı var, işlevi yok. Sağlık, artık ücretsiz değil. “Eskiden vardı” diyorlar, bugün yok. Detaylı kan tahlili isteniyor, sigortam görünmediği için yapılamıyor. EKG bile zorla… Sonunda “bir şeyiniz yoktur, içtiğiniz ilaç etki yapmıştır” deyip Minoset yazıyorlar. “Bende Parol var, olur mu?” diyorum; cevapsız bakış. İlaç aynı, isim farklı. İsraf olmasın diye söyledim. Bir ağrı kesici iğneyi bile zorla yaptırıyorum.
Ama asıl soru şu: Bana neye göre ‘sağlamsın’ dediniz? Testleri yapamadınız ki!
Üç gün boyunca yataktan kalkamadım. Vitaminler, ağrı kesiciler, ılık içeceklerle ayakta kalmaya çalıştım. Ayağa kalkınca soluğu Kocaeli Üniversitesi Araştırma Hastanesi’nde aldım. Ama sonuç değişmedi: “Sistem izin vermiyor.”
Peki neden izin vermiyor? Çünkü işsizim. Çünkü sigortam yok. Çünkü sosyal devlet, tabelada kaldı. Vezneye gidiyorsunuz, dünya kadar para isteniyor. Soruyorum: İşsiz birinin cebinden para çıkacaksa, sağlık yardımı niye var? Genel sağlık sigortası için ücret ödeniyorsa, neden hâlâ tedaviye erişemiyoruz?
İşte asıl trajedi burada: Paran yoksa eğitim yok, iş yok, gelecek yok, yaşama hakkı yok, sağlık yok! O zaman biz ne için yaşıyoruz? Ben kendi derdim için üzülmüyorum; ailem için, bu ülkedeki milyonlar için üzülüyorum. Kaç yaşımıza geldiğimizde gerçekten “hür” olacağız?
Kocaeli-İzmit’te sosyal yardımlaşma çok güçlü. Keşke sağlık yönetimini de bu ruhla onlar üstlense… Belki o zaman, gerçekten şifa dağıtan bir sistemimiz olurdu.
İstanbul: Muadil İlaç, Muadil Vatandaşlık
Hasta halimle sevdiğim insanları göreyim dedim. İstanbul’a ulaşmanın yolu belli: ya 200 numaralı otobüs ya da tren. Tren biraz pahalıdır ama yol sizi götürür.
Reçeteli ilacımı almak istedim. “Muadil istemiyorum” dedim. Cevap? İlk etapta muadil verildi. Hem de yazılandan daha az sayıda. “İlaç muadil, hizmet muadil, vatandaşlık da muadil mi?” diye sormadan edemiyor insan. Çünkü bu ülkede sizi dinleyen, işini hakkıyla yapan insan sayısı gün geçtikçe azalıyor.
Ve görüyorum ki: Tek tipleşmeye doğru gidiyoruz. Dayanışma azalmış, alım gücü bitmiş, toplum çürümüş. Artık bu ülkede Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları birinci sırada değil.
Kim önde peki? Ruslar, Suriyeliler, Arap sermayesi, siyasiler, parası olanlar, ayrıcalıklı memurlar, güçlü sendikalar…
Peki işsizler nerede? Onların sırası hangi basamakta? Soruyorum size sevgili okurlar: Eğer Türk vatandaşı bu hiyerarşide ancak dördüncü sıradaysa, siz kendi yerinizi kaçıncı sırada görüyorsunuz?
