Saygı ve Samimiyet
Bazı kelimeler vardır ki söylenişi sade, anlamı derindir: Saygı ve samimiyet gibi… Bu iki kavram, hem bireysel ilişkilerin hem de toplumsal hayatın görünmeyen omurgaları arasındadır. Her biri, bir toplumun vicdan terazisinde ağır çeker. Ne yazık ki çağımızda çokça bahsedilip azca yaşanan, içi boşaltılan ama hâlâ insan kalabilmenin temel işaret fişekleri olan değerlerdir bunlar.
Saygı, yalnızca bir başkasına gösterilen bir edep değil; insanın kendisine olan inancının da dışavurumudur. Bu yüzden saygı, görünmez bir mesafedir. Kimseyi incitmeden, sınırlarına riayet ederek yaşamak; kendini merkeze koymadan, karşındakini ciddiye almak demektir. Karşındakini küçümsemek, aslında kendi büyüklüğünü yitirmiş olmaktır.
Tolstoy, İnsan Ne ile Yaşar? Adlı eserinde bir ayakkabıcının evine sığınan melek aracılığıyla bize şunu öğretir: İnsan, başka bir insana saygı ve sevgi gösterdiği sürece insandır. Saygı gösterdiğimizde, aslında kendi vicdanımıza da bir paye vermiş oluruz.
Bir zamanlar Sait Faik’in “Bir insanı sevmekle başlar her şey” sözünde saklı olan o ince dokunuş, aslında saygının ta kendisidir. Çünkü sevmek, saygı duymaktır. Ve bu bir lütuf değil, insan olmanın asli gereğidir.
Samimiyet ise, içtenliğin ve yalan söylememenin ötesinde bir şeydir. O, kalbin dilidir. Samimiyet, gösterişsiz bir sıcaklıktır. Gölge gibi değil, ışık gibi yaşamaktır. Öyle her kelimede değil, bazen susuşta, bazen bir bakışta kendini belli eder. Shakespeare’in dediği gibi: “Kendine sadık kal; böylece başkalarına da sadık kalman kolay olur.” Samimi olmak, dışa dönük bir cümleden çok, içe dönük bir aynadır.
Dostoyevski’nin “Karamazov Kardeşler” adlı eserinde İvan’ın iç çatışmalarında da görüldüğü gibi, insanın en zor yolculuğu bazen kendi yalanlarına karşı verdiği mücadeledir. Aslında samimiyetin ne kadar zor ama ne kadar gerekli bir iç yolculuk olduğunu da gösterir. “Kendi yalanına inanmak, insanın düşebileceği en büyük çukurdur,” derken, samimiyetsizliğin insan ruhunu nasıl çürütebileceğini de anlatır. Çünkü samimiyet; yalnızca yalan söylememek değil, kendine bile dürüst kalabilmektir.
Gerçek hayatta bu iki değeri aynı anda yaşatmak zordur. Saygı, kimi zaman mesafeyle; samimiyet ise haddini aşmakla karıştırılır. Oysa marifet, içtenliğin içinde edebi, edebin içinde içtenliği koruyabilmektir. Ne fazla uzaklık ne de gereksiz yakınlık. Tam kararında bir mesafe, ölçülü bir sıcaklık…
Edebiyatın Işığında Birkaç Misal
“Victor Hugo”nun “Sefiller” romanında, “Jean Valjean” karakterinin hayatını değiştiren bir piskoposun davranışı vardır: Piskopos, ona altın şamdanlarını hediye ederek onu tekrar insanlık onuruna kavuşturur. Bu, yalnızca merhamet değil; derin bir saygının göstergesidir. Valjean'a geçmişi nedeniyle değil, geleceği adına değer verilir. İşte bu, insanın insana gösterebileceği en asil davranıştır.
“Sabahattin Ali”nin “Kürk Mantolu Madonna”sında ise “Raif Efendi” ile “Maria Puder” arasında gelişen duygu, yalnızca aşk değil; iki insanın birbirine duyduğu kelimesiz saygı ve içtenliğin hikayesidir. Raif Efendi’nin yıllar sonra bile o anlara sadık kalması, samimiyetin zaman aşımına uğramadığının bir kanıtıdır.
“Yaşar Kemal”in “İnce Memed”i bile her ne kadar dağlarda dolaşan bir eşkıya gibi görünse de köylüye, yaşlıya, kadınlara gösterdiği tavırda, halkına duyduğu saygı sezilir. Anadolu’nun kadim saygı ahlâkını da taşır diyebiliriz. Haksızlığa başkaldırışı da samimidir. Onun efsaneleşmesi, belki de bu yüzden.
Bunlar yalnızca kurgudan ibaret değildir. Hayatın kendisi de bu değerlere örnekler sunar.
Hikayeler
Yaşlı Teyze’yi Tanıyor Muyuz?
Birkaç ay önce çalıştığım yerde yaşlı bir esnaf teyze komşumuz vardı; her sabah kimi görse günaydın derdi. Bazı zamanlarda geçerken çalışanlara karşı başını hafifçe eğerek “Kolay gelsin evladım” derdi. Akşam ise evinde giderken herkese “iyi akşamlar” derdi. O kısacık selamda öyle bir saygı, öyle bir samimiyet vardı ki… Yıllar geçse de o anın sıcaklığı hafızamda yerini koruyacaktır. Ancak biz o teyzenin adını biliyor muyuz? Diye sorsak, belki de çoğu esnaf olduğunu dahi bilmezdir.
Neden Sayıyor
Bir başka gerçek hikâye de öğretmenlik yıllarımdan dinlediğim bir hikaye: Her sabah saat sekizde okul bahçesine gelen, elinde birkaç şekerle çocuklara “Günaydın” diyen 80 yaşındaki Mehmet Amca... “Evlat, insanlar beni unutsun istemem. Ama unutmaları da dert değil. Yeter ki ben onları saymayı unutmayayım,” demişti bir gün.
İşte o an anladım ki saygı, hafızayla değil; yürekle yaşatılan bir değerdir.
Toplumsal Bir Ayna
Modern çağın insanı, saygıyı formaliteye, samimiyeti ise maskelere hapsetti. Oysa bir mahalle bakkalının selamı, bir çocuğun göz hizasına eğilerek konuşan bir büyüğün hali, bir annenin evladına sorduğu “Gerçekten iyi misin?” sorusu, hayatın görünmeyen sütunlarıdır. Bu sütunlar çatladığında, insanlık da yıkılmaya başlar.
Bir yazar şöyle der: “Saygı görmek istiyorsan önce hissettir, samimiysen zaten fark edilir.” Nezaket, sahte gülüşlerle değil; yerinde bir susuşla, gerektiğinde özür dilemekle, övgü beklemeden iyilik yapmakla kendini belli eder.
Bir Japon atasözü de şöyle der: “Saygı, varlığın gölgesidir.” Ne kadar derin, değil mi? İnsan ne kadar gerçekse, saygısı da o kadar hissedilir. Samimiyet ise yürekten dökülen bir mürekkep gibidir; silinmez, sahicidir, güven verir.
Bugün, sosyal medyada alkışlanan cümleler değil; içten bir tebessüm, yerinde bir susuş, gerektiğinde özür dilemek ve övgü beklemeden iyilik yapmak; hâlâ insan kalmanın en sade ama en güçlü göstergesidir.
Öyleyse, bu hızlı çağda yavaşlamayı ve hatırlamayı deneyelim: Saygı bir duruş, samimiyet bir duyuş meselesidir. Ve insan, sadece konuştuğuyla değil, nasıl baktığıyla, nasıl sustuğuyla da belli eder kendini.
Sonuç Yerine
Saygı ve samimiyet, kaybolmaya yüz tutmuş değerler değildir. Sadece yeniden hatırlanmaya ihtiyaçları vardır. Herkesin birbirine sesini yükselttiği bir dünyada, alçak bir sesle “Teşekkür ederim” diyebilen insanlar hâlâ varsa; umut da vardır, insanlık da.
Saygı olmadan bilgi kibirdir. Samimiyet olmadan sevgi gösteriştir. Fakat ikisi bir arada olduğunda, insan yalnızca konuşan bir canlı değil; yaşayan bir vicdan olur. Bu yüzden saygı ve samimiyet arasındaki ince çizgiye dikkat edelim.
