MİLLİ TARİH BOŞLUĞUMUZ
Her milletin hem genel bir milli tarihi hem de bölgesel ve yerel tarihlerden oluşan tamamlayıcı bir hafızası vardır. Ne var ki Türk milletinin bu anlamda, kendi öz benliğini yansıtan sahici bir tarih anlatısından hâlâ yoksun olduğu gerçeğiyle yüzleşmek zorundayız. Yazılanların pek çoğu tekrarın ötesine geçememiş; Osmanlı, Selçuklu ya da Azerbaycan adlarıyla anılan tarih kitapları ise bir bütün olarak Türk milletinin değil, yalnızca birkaç hanedanın hikâyesini temsil etmiştir. Üstelik bu metinlerin çoğu, yazıldıkları dönemin iktidarlarına yaranma saikiyle kaleme alınmış, vesika değil vesayet ürünüdür. Üstelik birinci elden kaynak kullanımı da son derece sınırlıdır.
Kuşkusuz bu anlatılarda ibretle hatırlanacak bazı olaylar ve erdemli şahsiyetler yok değildir. Ancak milletimizin ruhunu, özlemlerini ve asil karakterini derinlemesine inceleme iddiasıyla ortaya çıkan eser sayısı yok denecek kadar azdır. Hatta kimi zaman saray çevresinin Türklük üzerine kurguladığı haksız ithamlar ve aşağılama ifadeleri bile bu metinlerde yer bulmuştur.
İşte tam da bu yüzden, Türk milletinin tarihini kapsamlı, çok boyutlu ve bilimsel temellere dayalı bir şekilde yeniden araştırmak ve yazmak bir zarurettir. Hele ki günümüzde, yalnızca birkaç kitap okumuş olmayı yeterli gören, araştırmaya, arşivlere ve kaynaklara eğilmeden kanaat belirten birey sayısı artmışken... Üstelik her köşe başında bir üniversite açılmışken, tarih eğitimi hâlâ edebi anlatım kalıplarının dışına çıkamamışsa, bu ihmal yalnızca kültürel değil, aynı zamanda siyasal bir risk olarak karşımızda durmaktadır.
Elbette daha önce bu alanda kıymetli çalışmalar ortaya koymuş müellifler vardır; ancak burada amaç, tarihin derin geçmişine dair akademik dizgelerden ziyade, doğrudan bugünümüzü şekillendiren milli kimliğin tarihsel köklerini ortaya koymaktır. Bugünkü milli mevcudiyetin hangi toplumsal, coğrafi, kültürel ve siyasal süreçler içinde şekillendiğini ortaya koyacak bir tarih anlayışına ihtiyacımız vardır.
Anadolu Türklerinin tarihi hâlen bütünlüklü şekilde yazılmamıştır. Bölgesel çalışmalarla sınırlı kalan girişimlerin çoğu, parçacı ve metodolojik olarak eksiktir. Bugün elimizde bulunan yazılı kaynaklar ya zayıf bir belge temeline dayanmakta ya da çoğu zaman kopyalanmış, yorumdan yoksun metinler hâlinde sunulmaktadır. Basın arşivleri, bireysel hatıratlar ve yerel belgeler dahi bugüne kadar yeterince dikkate alınmamıştır.
Geçmişte yapılan kimi çalışmalar; örneğin, 1920’lerde kaleme alınan birtakım yazılar bu amaca yaklaşsa da yerel belgelere dayalı olmamaları, bölge tarihiyle etnografya, ad bilimi ve coğrafya verilerini bütünleştirmemeleri, bu çabaları eksik bırakmıştır. Bugün, kişi merkezli çalışmalardan ziyade, yerel dokunun bütününe eğilen araştırmalara ihtiyacımız vardır.
Özellikle yeteri kadar çalışmaları olmayan İçel, Kırşehir gibi bölgelerin tarihleri; yerel belgeler ve halk anlatılarıyla desteklenerek, özgün, çok kaynaklı ve bilimsel bir sistematik içerisinde yeniden yazılmalıdır. Bu tarih yazımı, yalnızca geçmişi aydınlatmak için değil; aynı zamanda gelecekte yapılacak reform ve inkılaplara yön verebilmek için de şarttır. Çünkü bu mesele, bir tarih meselesi olmanın çok ötesinde, doğrudan doğruya milli mukadderat meselesidir.
Eğer Anadolu’nun bugünkü milli varlığı açık ve net biçimde ortaya konulmazsa, gelecekte alınacak kararlar da köksüz bir zemin üzerinde yükselecektir. Türk tarihinin coğrafya ile ad verme pratikleriyle, toplumsal örgütlenmeyle iç içe geçtiği bu yapı dikkatlice işlenmezse, atılacak adımların istikameti çıkmaz sokaklara yönelme tehlikesi taşır.
Unutulmamalıdır ki, tarih yazımına olan ilgisizlik, çoğu zaman yüzeyde görünmeyen fakat toplumsal gelişmeler üzerinde derin etkiler yaratan ciddi bir zafiyettir. Bugün göz ardı edilen coğrafi veriler, ad menşeleri ya da sözlü tarih unsurları; gelecekte bir milletin yol haritasını çizmekte temel taşlara dönüşebilir.
Bu nedenle, yerel araştırmaları ve bölgesel tarih çalışmalarını destekleyen, arşivleri dijitalleştiren, halk anlatılarını derleyen bir tarih kurumsallaşması inşa etmek zorundayız. Başaramasak bile bu alandaki büyük bir ihtiyacı dile getirmiş ve tartışmaya açmış olmak dahi değerli bir kazanım olacaktır.
