Hayatta Nasıl Kalınır -5
Üniversite ve Lisansüstü Eğitim: Uzmanlaşma Süreci
Üniversite eğitimi yalnızca bilgi aktaran bir yapı değil, düşünceyi şekillendiren bir süreçtir. Lisansüstü eğitim ise bu düşünceyi toplumsal faydaya dönüştürmelidir. Araştırma, geliştirme ve topluma hizmet, eğitimin ayrılmaz bir parçası haline getirilmelidir. Burada “ağaç yaşken eğilir” sözünü yalnızca çocuklukla sınırlamak yetersiz olur; bireyin potansiyelini ortaya çıkarması için erken yaşta yönlendirilmesi ve ardından desteklenmesi gerekir. Uzmanlaşmış birey, sadece kendine değil, topluma da katkı sağlar. Türkiye gibi genç nüfusu hızla düşen bir ülkede bu katkının değeri daha da artar. Ancak bizim ülkede sadece gelişenlerden biri vergilerin çeşitliliğidir. O zaman bu yönde derslerde verelim ki bireyler hayatını şekillendirmesinde yardımcı olunsun…
Aksi takdirde bu eğitimle üniversite ve lisansüstü eğitim de yabancı dil öğrenin diyorlar! Sadece öğrenmekle kalıyor. Çünkü diğer ülkelerde konuşuluyor mu öğretilen dil meçhul! Zaten ülkemizde Ruslaşma, Araplaşma olduğu için öğrenilecek dilden ziyade, kendi dilimize ve geçmiş yazı dillerine sahip çıkmalıyız. Bunun yanı sıra konuşulan bölge ağız ve lehçeler üzerine de çalışmak gereklidir.
Özetle ülkemizde bireylerin yaşadığı birçok psikolojik sorun, ekonomik bağımsızlıklarının olmamasından kaynaklanmaktadır. "Keşke ekonomik özgürlüğüm olsa da istediğim gibi yaşasam" düşüncesi, yalnızca bir temenni değil, yapısal bir eksikliğin sonucudur. Oysa çocuklukta başlayan bütüncül bir eğitim süreci, bireyin hem üretken hem de özgüvenli olmasını sağlayarak bu döngüyü kırabilir.
Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisine göre, birey önce temel ihtiyaçlarını karşılayabilmelidir ki üst düzey ihtiyaçlarındaki kendini gerçekleştirme hedefine de ulaşabilsin. Ancak ekonomik baskı, bireyin psikolojik sağlığını doğrudan tehdit eder. “Geçinememek”, yalnızca maddi bir sorun değil; ruhsal bir yıkımıdır.
Erken yaşta kazanılan meslek ve özgüven, bireyin hayata daha sağlam basmasını sağlar. Bu nedenle eğitim sisteminde üretime dayalı, sürdürülebilir ekonomik destek programları yer almalıdır. Gençlere yalnızca “çalış” demek değil, çalışabilecekleri alanlar yaratmak esastır.
Sonuç: Birey Var Olursa Toplum Direnir
Birey, içinde yaşadığı toprağı, tarihi, kültürü, doğayı tanıdıkça “aidiyet” duygusu gelişir. Bu tanıma yalnızca teorik değil, uygulamalı olarak da sağlanmalıdır. Örneğin, tarım coğrafyasında büyüyen bir genç, toprakla bağ kurmalı; tarihi bir bölgede yaşayan bir çocuk, geçmişine tanıklık edebilmelidir. Halil İnalcık’ın deyimiyle: “Tarihini bilmeyen bir millet, hafızasını kaybetmiş bir birey gibidir.” Bu yüzden eğitim, sadece bilgi değil, bilinç inşa etmelidir.
Hayatta kalmak, bireyin yalnızca kendini değil, içinde bulunduğu toplumu da ayakta tutmasıyla mümkündür. Bu; çok boyutlu, katmanlı ve sürdürülebilir bir yaşam bilinciyle gerçekleşebilir. Eğitim sisteminden ekonomik yapıya, kültürel kimlikten psikolojik desteğe kadar bütünsel bir yaklaşımla hareket edilmediği sürece, bireyin varlığından değil, yalnızca mevcudiyetinden söz edebiliriz.
Nietzsche der ki: “İnsanın yaşamak uğruna bir nedeni varsa, her nasıla katlanabilir.”
İşte o neden, yalnız bireyin değil, toplumun da hayatta kalma nedenidir.
Son.
