Hashtag: #YeniÇağınSatırArası
Bir dönemin manşetleri vardı; siyah puntolarla atılmış, çarpıcı başlıklar. Şimdi o başlıkların yerini #hashtag’ler aldı. Başlangıçta yalnızca sosyal medya içeriklerini kategorize etmek için kullanılan bu sembol, bugün bir çağın nabzını tutar hâle geldi. Hashtag artık sadece bir işaret değil; modern toplumun özdeyişi (aforizması), dijital çağın parolası, yeni nesil bir anlatı biçimidir. Kısa, vurucu ve yönlendiricidir. Ama gerçekten düşündüğümüzde, hashtag bir anlatı mı, yoksa bir yanılsama mı?
Hashtag; “#” işareti olan “hash” ile etiket anlamındaki “tag” kelimelerinin birleşiminden oluşur. Bugün dijital ortamda belirli bir konu etrafında kamuoyu oluşturmanın, görünürlük kazanmanın ve kolektif bir bilinci örgütlemenin basit ama güçlü yollarından biri hâline gelmiştir. Örneğin, “#SilifkeSesimizGazetesi” yazıldığında bu ibare, bir kampanyaya, bir habere ya da bir söyleme doğrudan ulaşmayı mümkün kılar. Etiketler, dijital dünyanın yol gösterici işaretleri gibi çalışır.
Artık bir olaya tepki göstermek, bir duruş sergilemek ya da bir kampanyayı desteklemek için birkaç kelimeyi birleştirip başına “#” koymak yeterlidir: #Adalet, #Özgürlük, #Direniş, #SessizÇığlık… Her biri güçlü, vurucu ve etkileyici. Ancak şu soruyu sormak gerekir: Bu güçlü ifadelerin ardında gerçek bir eylem, bir sorumluluk var mı? Yoksa bu ifadeler sadece dijital bir rahatlamanın, görünür olmanın en kolay yolu mu?
Dikkat ederseniz, artık çoğu toplumsal hareket sokağa dökülmeden önce Twitter’da (veya artık adıyla X’te) başlıyor. “#BoğaziçiDireniyor” etiketi, bir zamanlar üniversite öğrencilerinin mücadelesini dijitalden sokağa taşımıştı. Öte yandan, “#İranİsrailSavaşı” etiketi, küresel krizin ortasında tüm dikkatleri orta doğu projesi dedikodularına çekti. Yani hashtag, hem aydınlatıyor hem de saptırabiliyor. Tıpkı bir neşter gibi: Kimin elinde olduğuna göre tedavi de eder, yaralar da açar.
Klavyedeki küçük bir sembol, dijital dünyanın en etkili araçlarından biri hâline geldi. Bir etiket, binlerce sesin birleştiği dijital bir meydan okuma biçimidir. Hashtag’ler yalnızca içerikleri sınıflandırmaz; aynı zamanda ortak duyguların, kolektif bilincin ve dijital muhalefetin taşıyıcısıdır. Bir başka deyişle, dijital bir savunma hattıdır. Ve çoğu zaman bu savunma, kararlı bir taarruza dönüşebilir.
Ancak artık söylemin gücü, ne söylendiğinden çok, kime söylendiğiyle ölçülüyor. Takipçi sayısı, etkileşim oranı, paylaşım saatleri gibi değişkenler, fikirlerin değerini belirler hâle geldi. Bir zamanlar fikirleri taşıyan mecralar, şimdi fikirleri süzen birer filtreye dönüştü. Düşünceler çürümemek için saklanıyor, öfke algoritmalarda soğutuluyor.
Dijital dünyanın en görünür yüzlerinden biri hâline gelen sosyal medya, artık düşüncelerin değil, sunum biçimlerinin yarıştığı bir alan. İçerik derinliğinden çok ambalaj estetiği konuşuluyor; fikirlerin gücü değil, yankılarının algoritmalara düşen ölçüsü değer kazanıyor. Satılabilir fikirler görünürken zararsız gerçek öfkeler duyulmaz hâle geldi.
Bir zamanlar kamusal seslerin buluştuğu platformlar, bugün bireylerin kendilerini sergilediği yansıma galerilerine dönüştü. Kim olduğumuzdan çok nasıl göründüğümüz, ne söylediğimizden çok ne kadar beğeni aldığımız konuşuluyor.
Yine de hashtag hâlâ güçlü bir araç. Şiddeti, adaletsizliği, sansürü belgelemek ve “#görün” demek hâlâ mümkün. Fakat şunu unutmamalıyız: Görmek istemeyen için hiçbir etiket yeterli değildir. Bu nedenle insanlar, ses çıkarmadan konuşmanın yollarını arıyor. Kırmadan, dökmeden, ama doğrudan. Tıpkı bu satırlarda olduğu gibi.
Bazı şeyleri açıkça söylemek değil, sezdirerek anlatmak gerekir. Bazen bir kelimeyi eksiltmek, bir cümleyi eğip bükmek, en yüksek sesle konuşmanın başka bir yoludur. Belki de asıl mesele burada düğümlenir: Görünürlüğün parayla satın alındığı bir çağda, görünmez kalmak en asil direniş biçimidir.
Bu meselenin bir diğer boyutu ise tüketim kültürüyle olan yakın ilişkisi. Bugün markalar bile kampanyalarını #hashtag ile başlatıyor. “Farkındalık” adıyla doğan birçok etiket, birkaç gün içinde indirimli ürünler ve hizmetler reklam başlığına dönüşüyor. Gerçek bir dönüşüm yaşanmadan, sözde yapay bir bilinç yaratılıyor. Dijital etkincilik ile dijital pazarlama arasındaki sınır her geçen gün giderek silikleşiyor.
Bir zamanlar Türkiye’de sesini duyurmak isteyenler, kelimelerin başına ekledikleri bir “#” işaretiyle tüm dünyaya seslenirdi. Günümüzde ise görünürlük kimin hakkı? Sorusuyla baş başayız. Bu sembol, sadece bir işaret değil; bir çağrının, bir kolektif iradenin, bir umudun dijital pankartıydı. #Özgürlük yalnızca bir kelime değil, aynı zamanda bir hayalin adıydı. O yollar şimdi sessiz. Ne bir yankı ne de bir iz kaldı. Algoritmalar mı değişti, biz mi yorulduk? Belki de ikisi birden.
Peki çözüm nedir? Hashtag kullanmayalım mı?
Elbette kullanalım. Ama önce şunu soralım: Bu etiketi kullanarak neyi amaçlıyorum? Sadece görünmek mi istiyorum, yoksa görünür kılmak mı? Sözümle birlikte davranışlarımı da dönüştürüyor muyum?
Hashtag’ler çağımızın yeni sözlüğü. Ama her kelimenin anlamı, kullanıldığı bağlamla şekillenir. #Barış yazmak kolaydır; barış içinde yaşamaksa bir çaba, bir ahlak ve bir sorumluluktur.
Sonuç olarak; klavyenin ucundaki bu küçük sembol, istenirse bir kıvılcım istenilirse de bir sis bombası olabilir. Seçim bizim.
Yeter ki sadece yazma; yaşa, hisset ve taşı. Çünkü her etiket, bir gün gerçek bir eylemin başlangıcı olabilir. #SadeceYazmaYaşa
