Frenk Yemişi ve Kenger: Silifke'den Bir Marka Hikâyesi Doğar mı?
Silifke’nin sabahları yaz güneşiyle birlikte ağır ağır ısınır. Dağların eteğinde esen sabah serinliğiyle beraber, çarşının içinden bir yerlerden kavurucu bir güne hazırlık başlar. O günlerden birinde, Sadık abinin yerel gazetesi Sesimiz’e uğramıştım. Çay molasında, masada tanıdık bir sima vardı: Terzi amca.
"Hoş geldin evladım," dedi.
"Yazıyor musun hâlâ oralara buralara?"
Gülümsedim. "Yazmaya çalışıyoruz Terzi Amca," dedim. "Ama sizden dinlemeden olmuyor."
Biraz sohbet ettik. Laf dönüp dolaşıp frenk yemişine (dikenli incir) ve kenger bitkisine geldi. Bir yanda dağlarda kendi halinde yetişen ama eskilerin kahve niyetine içtiği kenger...
"Bu topraklarda kıymetini bilmediğimiz ne çok şey var, bir bilsen," dedi. "Gençler yurt dışına gitmek ister. Ama biz burada elimizdeki değerleri görmüyoruz."
"Yurt dışı ülkeler, frenk yemişinden kozmetik, enerji içeceği, reçel yapıyor. Marka üstüne marka çıkarıyor. Bizimkilere sor, daha tadına bile bakmamıştır."
Şaşırmadım. Çünkü biliyordum ki bu topraklarda yetişen nice ürün, ekonomik değerine kavuşamadan toprağa karışıyor.
Terzi amca devam etti:
"Ben Almanya’da yıllarımı verdim. Sanayi oralarda geliştiyse, bizim gibi emekçiler de taşın altına elini koyduğu için gelişti. Şimdi burada da benzer bir hamle lazım. Ama tek başına olmaz. Gençlere Tarım Bakanlığı destek atmalı, Maliye Bakanlığı yön vermeli. Yerel yönetimler kooperatifler kurmalı. Üniversiteler bu ürünlerin bilimsel değerini ortaya koymalı."
"Senin gibi okumuş gençler bu işin hem iletişimini yapar hem de yönünü çizer" dedi. "Köylü tek başına fabrika kuramaz ama yönlendirilirse üretir, severek çalışır."
Düşündüm… Gerçekten de frenk yemişinden kurutulmuş atıştırmalıklar, kengerden ise özel harmanlı kahveler yapılabilir. Sağlık alanında da çok faydalılar! Bunlar için Silifke’de küçük ama etkili bir üretim hattı kurulsa hem istihdam sağlanır hem de yerli marka oluşur.
Belki de Silifke’nin geleceği, dağ başında kendi halinde büyüyen o dikenli meyvede ve kenger bitkisinde saklıdır.
Yeter ki biz bu hikâyeyi yazmaya cesaret edelim. Çünkü bir marka doğar... Önce fikirde, sonra toprakta, sonra da milletin sofrasında.
Bizim toprağımızda da yetişen, doğanın armağanı olan bu iki mucizevi ürün, hâlâ potansiyelini bulamamış durumda.
