Dr. Ali Su Halk Kütüphanesi
Bugünkü yazı, bir serzenişten öte, bir yoklayıştır. Belki yüksek sesli bir haykırış değil ama ne oluyor burada? Sorusunun içten, samimi ve biraz da yorgun bir yankısıdır. Hani bazı yerler vardır; tabelasında yazanla değil, içinde yaşananla tanırsınız orayı. Silifke’deki Dr. Ali Su Halk Kütüphanesi de işte onlardan biri.
Kütüphaneler, sadece kitapların raflara dizildiği yerler değil; bilgiye ulaşmanın, düşünmenin ve hayal kurmanın herkes için mümkün olduğu ortak alanlardır. Bir toplumun gelişmişlik düzeyini anlamak için o toplumun kütüphanelerine bakmak çoğu zaman yeterlidir. İşte bu anlayışla Silifke’de inşa edilen ve yenilenen Dr. Ali Su Halk Kütüphanesi, yalnızca bir bina değil; geleceğe açılan sessiz ama kararlı bir kapıdır.
Modern ve ferah yapısıyla hem gençlerin hem yaşlıların uğrak noktası hâline gelen kütüphane, sadece bilgiye değil, huzura da ev sahipliği yapıyor. Özellikle üniversite öğrenciler ve sınavlara hazırlanan gençler, günün her saatinde bu mekânda yer buluyor. Sessizliğin içinde yükselen kalem sesleri ve satır aralarında kaybolan bakışlar, bu kütüphanenin ne kadar işlevsel bir yatırım olduğunu kanıtlar nitelikte.
Silifke Belediye Başkanı Dr. Mustafa Turgut’un vizyoner yaklaşımıyla yenilenen bu yapı, çağdaş bir iç mimariye, zengin eser koleksiyonuna ve ücretsiz internet gibi günümüz ihtiyaçlarını karşılayan detaylara sahip. Kütüphane için Silifke Belediye Başkanı Dr. Mustafa Turgut tarafından “geleceğimizin teminatı çocuklara yapılan yatırımın en önemli” cümlesi de bu projeye verilen önemi açıkça ortaya koyuyor. Öğrenciler ve velilerin ortak sesi ise net; bu kütüphane yalnızca bir bina değil, bir umut merkezidir.
Ancak her şey kâğıt üzerindeki kadar kusursuz değil. Sessizliğin sığınağı, bilgeliğin durağı olması gereken bu yer, pratikte ironik ve düşündürücü bir gerçeklikle karşımıza çıkıyor. 7’den 77’ye herkese kapılarını açmış bir kütüphane düşünün: Kitapla ilk kez tanışan çocuklar, lise, üniversite ve memurluk sınavına hazırlanan gençlerden yaşlısına kadar uzanan geniş bir kullanıcı profili… Ne yazık ki içerideki düzen, bu çeşitliliğin hakkını veremiyor ya da verilmek istenmiyor.
Bu kütüphane de çalışma sistemi gündüz ve akşam olmak üzere iki vardiyalıdır. Gündüz saatlerinde üç görevli, akşam saatlerinde 1 görevli bulunmaktadır. En azından resmi kayıtlarda öyle. Fakat gündüz saatlerinde tüm görevlileri yerlerinde bulmak her zaman mümkün değil. Zaman zaman hepsi birden ortada olmuyor, alt kattalar, girişte ya da “bir iş için” sırayla dışarı çıkmış oluyorlar. Kütüphaneyi tanıyanlar için bu bir sorun teşkil etmeyebilir. Peki ya ilk defa gelenler? Onlar için işler pek de kolay değil.
Görev yerinde bulunabilen bir personelle karşılaştığınızda ise sizi kitap fısıltıları değil, telefon konuşmaları, yüksek sesli kahkahalar ya da görev yerinden uzaklaşmış personel görüntüleri karşılıyor. Tüm görevlileri bulduğunuzda ise sohbet havasını siz düşünün! Masalar tozlu, raflar düzensiz. Kitap bulmak adeta bir bulmaca çözmek gibi. Temizlik ise rastlantısal. Raflardaki karışıklığı fark eden bazı ziyaretçilerin, kendi inisiyatifleriyle kitapları düzenlediğine şahit oluyorsunuz.
Kitap sorduğunuzda ise genellikle şu cevaplar duyuluyor; ben yeniyim, elimizde sistem yok, ellerinde hangi eserler var onu bilmiyorlar hatta arkadaş gelince soralım… diyerek, sorumluluk almamaktalar. Bir kütüphane görevlisi nasıl olur da dewey onlu sınıflandırma sistemini bilmez? Veyahut kategoriye göre sınıflandırmayı bilmez? Görüldüğü üzere yönlendirme yok, rehberlik yok. Belki gerçekten bilmiyorlar, belki biliyorlar ama ilgilenmiyorlar. Belki de o gün “iş günü” değil, "bekleme günü" olarak görülüyor. Bir kütüphane sadece kitaplarla var olmaz. Sessizliğiyle, düzeniyle, çalışanlarının bilgisi ve nezaketiyle anlam kazanır. Oysa burada, kitaplardan çok bakışlar konuşuyor. Bardaklar sorun oluyor; bilgi eksikliği ise alışkanlığa dönüşüyor.
En ironik tablo ise burada karşımıza çıkıyor: Kütüphane kurallarına göre, masada yiyecek ve içecek yasak ama aynı masalarda, görevli personel ellerinde sıcak içecek bardaklarıyla rahatlıkla oturabiliyor. Belki de mesele sıcak bardağın kendisi değil; bardağı tutan ellerin niyetidir farkı yaratan. Lakin öğrenci sıcak bir şey içerken ve en ufak seste uyarılırken, çalışanlar kendi koyduğu kuralları çiğniyor. Bu sadece bir tutarsızlık değil; aynı zamanda bir güvensizlik alanı oluşturuyor. Sorunca açıklama yok. Ama bakışlar çok… Sitem dolu, küçümseyen, konuyu dağıtan…
Ve akşam olunca sahne değişiyor. Bu defa yalnızca bir kişi görevde ve kütüphane tek başına ona emanet. Kitapları düzenliyor, yerleri siliyor, masaları toparlıyor, hatta çay demliyor. Tüm yorgunluğuna rağmen, mekânın düzeni için çabalıyor. Onun varlığı, sadece bir görevlinin değil, bir sorumluluğun temsili gibi. Öğrencilerin bazıları artık özellikle akşam saatlerini tercih ediyor. Çünkü orada sessizlik gerçek, saygı içten, düzen somut. Bu çelişkili tablo bizleri kaçınılmaz olarak şu sorularla baş başa bırakıyor:
- Bir kişi yeterliyse, gündüz neden üç kişi görevde?
- Hafta sonları neden sürekli üçü de izinli?
- Neden akşamki görevli yalnız ve her hafta sonu çalışmak zorunda?
- Görevde adalet, hizmette eşitlik nerede?
- Kütüphaneye gelenlere nasıl davranılmalı?
Bu sistemin adını koymakta zorlanıyor insan. Üç kişiyle sağlanamayan düzenin, tek kişiyle kurulması; bir sistemin değil, bir vicdanın zaferi midir?
Silifke’nin bu küçük kütüphanesi, aslında büyük bir sistemin aynası. Kuralların gölgesinde kalan adalet duygusu, çalışanların tutumunda şekillenen bir düzen anlayışı… Ve bu düzenin içinde yankılanan en keskin soru: Adalet herkese eşit mi düşer?
