Algı
Artık hakikat değil, hakikatin algılanış biçimi önemli. Yani bir şeyin ne olduğu değil, nasıl göründüğü belirliyor onun toplumdaki karşılığını. Öyle bir çağdayız ki, bir olayın gerçeği gölgede kalıyor; öne çıkan, üzerine inşa edilen anlatı oluyor. İyiler kötü gösteriliyor, kötüler kahramanlaştırılıyor. Algı, gerçeğin tahtını çoktan devralmış durumda.
Sosyal medya, bu algı imparatorluğunun en sadık hizmetkârı. Bir kare fotoğraf, birkaç saniyelik video kesiti ya da ustaca seçilmiş birkaç kelime... Gerçeklik bundan ibaret sanılıyor. Oysa dışarıda çok daha sert, çok daha karmaşık bir dünya dönüyor. Ama ekranlara yansıyan kurgular, toplumun bilinçaltını şekillendiriyor. Algı, toplumu yöneten yeni iktidar biçimi hâline geliyor.
Peki ya eğitim? Ya adalet? Ya siyaset? Bu alanlarda da işler değişmedi. Artık liyakat değil, algı üzerinden oluşturulan imajlar belirleyici. "İşi bilen" değil, "iyi sunan" kazanıyor. "Doğru söyleyen" değil, "doğru konuşan" alkışlanıyor. Bu sistemde hakikati savunmak, çoğu zaman yalnız kalmak demek. Ama susmak da gerçeğe ihanet etmekle eşdeğer.
Algı ile gerçeğin arasındaki bu fark büyüdükçe, insanlar sahici olana yabancılaşmaya başlıyor. Toplumlar yavaşça eleştirel düşünmeyi bırakıyor, çünkü sorgulamak yorucu, hazır sunulanı kabul etmekse konforlu. Ama bu konfor, uzun vadede düşünsel çöküşe, vicdani körleşmeye neden oluyor.
Gelecek nesillerin düşünsel sağlığı için, bu algı düzenine karşı direnç göstermeliyiz. Gerçeği arayan, sorgulayan, ekranlara değil akla yaslanan bir toplumsal bilinç inşa etmek zorundayız. Çünkü algılar geçicidir; ama hakikat, er ya da geç yolunu bulur.
