SESİNİ YIKAMADAN ÇIKMA SAKIN!
Mizahî Hikâye
Davut o sabah uyandığında incecik sesinin davûdî bir hale dönüştüğünü sevinçle fark etti. Eşine “günaydın” dediğinde gırtlağının rahmetli tok sesli sanatçılar Yaşar Özel ve Hasan Mutlucan’dan esintiler taşıdığını hayretle anladı. Zaten eşinin şaşkın bir ifadeyle kendisine dönüp bakmasından ve ocakta elini yakmasından olağanüstü bir durum olduğu ortadaydı.
Hanımı şaşkınlıkla sordu: Hayırdır canım, sesine ne oldu? Gülerek “Ben de bilmiyorum ama fena da olmamış hani!” diyerek cevap verdi. Artık gece geç yatıp uykusunu alamadığından mı yoksa boğazındaki kronik farenjitten mi ya da başka bir fiziksel nedenden mi bilmiyordu ama bu değişiklik ona ayrı bir karizma katmıştı. Hemen telefonundan ses kaydını açarak sevdiği birkaç şarkı ve türküyü seslendirdi. Dinlediğinde çok etkilendi. Kendisi bile sesinden etkilendiğine göre başkaları dinlediğinde kimbilir neler neler olurdu? Birden kendisini sahnede, binlerce seyircinin karşısında hayal etti. Gelen alkışlara selamla karşılık verdi.
Çatla E mi Kasım Kasıntı!
Bu kayıtları ilk olarak Türk Sanat Müziği Korosundaki şefi Kasım Kasıntı’ya gönderdi. Dinlediğinde yüzünün ne hale geleceğini doğrusu çok merak ediyordu. Kuruluşundan beri koroda olmasına rağmen o kasıntı şef hep kendisine yakın şahıslara ve özellikle de güzel hanımlara solo veriyor, seçmelerde onu sürekli es geçiyordu. Tıpkı “Yurttan Sesler Korosu” parodisindeki Levent Kırca gibi olmuştu.
Şimdi sıra kendisine yeni ve karizmatik sesi kadar etkileyici bir sahne ismi bulmaya gelmişti. “İnceses” soyadı, ismine yani Davut’a hiç yakışmıyor, imajını bozuyordu. Davut ..... Davut..... Davut..... Aklına çarpıcı bir soyadı gelmedi. Böyle zor zamanlarda yaptığı gibi hemen tuvalete koştu. Ikınırken belki damarları da genişler, beyne daha hızlı kan pompalanırdı. Nitekim tahmini doğru çıktı. Beklenen karizmatik soyadını bulmuştu: Davûdî. Davut Davûdî... Hem anlamlı, hem şiirsel, hem adıyla uyumlu... Sözlüğe baktığında tam anlamının “Davut peygamberin sesine benzer kalın, gür ve etkili” olduğunu sevinçle gördü. Aklına lise edebiyat kitabından hatırladığı Bâki’nin etkileyici bir beyiti geliverdi:
“Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal
Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş.”
Saatine baktı. Öğle vakti gelmişti. Kendisine yaşam sevinci veren bu güzel gelişmelerden kahvehanede okey atan arkadaşlarının da, çevre esnafın da, yolda karşılaştığı insanların da haberi olmalı, onların hayranlıkla karışık şaşkın yüz ifadelerini gözleriyle yakından görmeli, yapılacak iltifatları kabul etmeliydi.
Özgüveni artan Davut Davûdî, günlük kıyafetleri yerine daha özenli giysiler seçti, saçını taradı, dişlerini fırçaladı ve eşine seslenerek çarşıya çıkacağını söyledi. Ondaki bu değişimi ilgiyle izleyen hanımı biraz kıskançlık, biraz da şakayla karışık tembihini yapmayı ihmal etmedi: Sesini yıkamadan sakın çıkma! Her yerde de ağzını açıp konuşma!
İltifat gibi kabul ettiği bu cümleleri gülerek alıp kabul ettikten sonra yola çıktığında mahallenin çok güzel Maraş dondurması yapan pastanesinin önüne geldi. O karizmatik sesiyle çalışan gence “Bana üç kepçe sade dondurma lütfen!” dedi. Delikanlı bu sese kayıtsız kalamadı. Külahı dondurmayla doldururken şaşkın bir halde her zamanki ince sesli müşterisini süzüyor, ondaki bu değişimi anlamaya çalışıyordu.
Ağır adımlarla dondurmasını yalayarak caddede piyasa yapmaya başlayan Davut Davûdî, kahvehanede oyun oynayan arkadaşlarının yanına “yancı” olarak oturduğunda kahveciden soğuk su istedi. Dondurma yemesine rağmen oldukça sıcak ve nemli hava içini yakmıştı. Gelen buz gibi suyu kafasına dikerek bir seferde içiverdi. Ondaki olağanüstü ses değişimi, heyecanla oyuna dalan arkadaşları kadar kahvecinin de dikkatini çekmiş, “hey maşallah! Bu ne ses oğlum!” nidalarıyla karşılanmıştı.
Şimdi de mahalle fırınına gidip sıcak pide almalı ve ardından çevre esnaf ile karşılaştığı dostlarına hava atıp, anın tadını çıkartarak eve doğru yürümeliydi.
Fırının sahibi Kâzım Usta her zamanki güleryüzüyle onu karşılayarak “Ne vereyim abime?” deyince gurur içinde ağzını açıp o karizmatik sesiyle “İki tane pide” demek istedi. Ancak ağzından bir tıslamadan başka bir şey çıkmadı. Yutkunup tekrar denediğinde sesinin kısıldığını hayretle fark etti. Galiba, tam yaz gelmeden yediği o bol kepçe dondurma ve kafasına diktiği buz gibi sudan dolayı sesi kısılmıştı. Eliyle pideyi göstererek “iki” işareti yaptı. Fırıncıyı da şaşırtmıştı ama bu defa sesiyle değil sessizliğiyle...
Eve döndüğünde hanımı suratının halini görünce merak edip sordu: Hayırdır canım, ne oldu? Durumunu kısık bir ses ve işaret diliyle anlatmaya çalışırken oldukça zorlandı.
Kuşluk Vakti Konserleri
Gece yatağa girdiğinde sabah yine o karizmatik hal ile uyanmanın hayalini kurdu. Ancak sesi dünkü gibi öğleden sonra gidecekse hali yamandı. Zira konserler hep akşam oluyordu. Büyük bir devrim yapılarak “kuşluk vakti konserleri” düzenlense ne de güzel olur, seyirciler ona hayran kalırlardı.
Ertesi sabah kalktığında ses kısıklığının bittiğini ama o karizmatik sesin de gittiğini üzüntüyle anladı. Yine her zamanki ince sesiyle baş başa kalmıştı. Ama bir günlük de olsa beylik beylikti. İyi ki o kısa ama karizmatik dönemde sevdiği şarkı ve türkülerin ses kayıtlarını almıştı.
Ertesi gün, daha ertesi gün , öteki hafta ve öteki ayda da sesinde olumlu bir değişim olmadı. Davut, Davûdî’likten yine “İncetel”e dönüş yapmıştı. Artık solo da, sahne de, albüm de, “Bu kubbede bir hoş sadâ” olmak da hayaldi.
Ancak bu duruma sevinen biri vardı: Eşi... Herkesin davûdî karizmatiği olup dışarıya alışacağına sadece kendisinin “inceses”lisi olması en güzeliydi. Allah esirgesin; eşi bir sabah yine o karizmatik sesle uyanırsa şımarıp yoldan çıkabilir, mutlu yuvaları yıkılabilirdi.
Davut’a çaktırmadan gülüp ellerini ovuşturarak akşam yemeğini hazırlamak üzere mutfağa geçti. Menüde ses kısıklığı ve bozukluğuna yol açan bol baharatlı yemekler ile gazlı içecekler olacaktı.
Aklına o karizma sabahında bulduğu çarpıcı ve özgün “ses yıkama” esprisi geldi. Ama artık sıkıntı yoktu. “Evden çıkarken o etkileyici sesini yıkaması” tembihine gerek kalmamış, Davut fabrika ayarlarına geri dönmüştü.
