DİYARBAKIR ETRAFINDA BAĞLAR VAR
Karacadağ çevresinden getirilmiş meşhur siyah bazalt taşlardan yapılma eski bir konağın hayatında Diyarbakır türküleri dinliyoruz. Sahne alan üç kişilik ekip çok sevdiğim muhteşem bir yöre türküsünü daha seslendirmeye başlayınca duygulanıyor, onlarla birlikte coşkuyla söylemeye başlıyorum.
“Diyarbakır etrafında bağlar var
Fitil işler, yüreğimde yaram var
Sen gidersen benim başka kimim var?
İsterem ki bir gün evvel gelesen aman”
Bir günü yollarda geçen üç günlük bir Diyarbakır gezisi için eşim İlhame Hanımla birlikte bu kadîm şehirdeyiz. Çocukluğumda dört yılımın geçtiği, daha sonra da üç-dört kere geldiğim bu güzel şehrin tarihi Suriçi’ni avucumun içi gibi bildiğimden ilk defa gelen eşime rehberliği ben yapıyorum.
Unutmadığım Semtler
Gece şehrin otogarına vardıktan sonra çıkışta bir araç ararken dolmuşun üzerindeki “B. Başı” yazısı dikkatimi çekiyor. “Tamam” diyorum, “Burası babamın bizi sık sık götürdüğü merkezde Melikahmet bölgesindeki ‘Balıkçılarbaşı’ olmalı!” Şoföre sorunca yanılmadığımı anlıyorum. Son durakta indiğimizde çorba içecek bir yer ararken gecenin o saatinde Ulucami civarının gayet canlı olduğunu görüyoruz. Oldukça lezzetli çorbaları içtikten sonra bir taksiye binip ilkokul arkadaşım, vefalı insan Reşit Karabulut’un ayarladığı misafirhaneye geçiyoruz. Yaklaşık 12 saat süren uzun yolculuktan sonra bir an önce dinlenip sabahki şehir turuna hazır olmamız lâzım!

Dağkapı’nın Taşları
Dicle Üniversitesi misafirhanesinin önünden geçen belediye otobüsüne binip Dicle nehri üzerinden geçerek çok yakındaki Dağkapı’ya varıyoruz. Eski Diyarbakır’ın merkezi ve meydanı burasıydı. Ancak çok gelişen şehirde şimdi daha birçok meydan olduğunu öğreniyoruz. Vakit kaybetmeden yürüyerek tarihi eserlerle dolu Suriçi’ne giriyoruz. İlk uğrak yerimiz önünde ayakkabı boyacılarının sıralandığı Akkoyunlulardan kalma Nebi Camii… 15. yüzyılda yapılmış bu camiyi ziyaretimizin ardından önünde ve içinde her zaman yoğun bir kalabalığın olduğu Ulucami’ye geçiyoruz. Bu caminin giriş kısmında eskiden bir kütüphane vardı. Ziya Gökalp Lisesi orta 1’de okurken Türkçe öğretmenimin verdiği ödev için buraya gelip, milli şairimiz “Mehmet Akif”in hayatını araştırmıştım.
Bundan sonraki durağımız Dört Ayaklı Minare ve Keldani Kilisesi. Bu vesileyle Sur bölgesindeki yenileme çalışmalarının çok başarılı olduğunu fark ediyorum.
Diyarbakır Küçeleri
Sıra geldi Diyarbakır’ın meşhur edebiyatçılarının müze evlerini görmeye… Ulu Caminin yanındaki dar küçeden (sokaktan) girerek önce Ahmet Arif ve hemen yakınındaki Cahit Sıtkı müze evlerini, ardından da birkaç sokak ilerideki Ziya Gökalp müze evini ve Cemil Paşa Konağını geziyoruz. Geçtiğimiz Arnavut kaldırımlı dar sokaklar bizim gibi şehri gezmeye gelmiş yerli turistlerin de oldukça ilgisini çekiyor.

Diyarbakır Sevgim
Cahit Sıtkı Tarancı müzesini gezerken bir odada yer alan “Diyarbakır Sevgisi” temalı köşede şaire ait “Diyarbakır’ı Sevmek” başlıklı cümlenin önünde poz veriyor ve “zaten beni yıllar sonra yeniden bu diyara getiren Diyarbakır sevgim değil mi?” diye düşünüyorum.
Sırada Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi tarafından kurulan “Dengbej Evi” var. Buraya vardığımızda dengbejlerin sahne olarak kullanılan geniş kanepelere oturup ahenkli bir şekilde Kürtçe destanlar okuduklarını görüyoruz. Dinleyicilere ayrılan bölümde ise çok sayıda insan var. Söylenen destanları ilgiyle dinliyor ve bitiminde sorular yönelterek anlatılanın ağıt mı, aşk hikayesi mi yoksa başka bir şey mi olduğunu anlamaya çalışıyoruz.
Çok acıktık. Artık Hasanpaşa Hanına gidip karnımızı doyurabilir, ardından da bu tarihî hanı gezebiliriz. Hoş, kalkan balığı şeklindeki Suriçi’nde tarihî olmayan o kadar az şey var ki!
Mardinkapı Şen Olur
Buradan da yürüyerek Balıkçılarbaşı üzerinden “her daim şen” olan Mardinkapı’ya geçiyor ve Kırklar Dağı ile Hevsel Bahçelerini seyrediyoruz. Ancak Dicle nedense kendini pek göstermiyor. Bu da suyunun azalıp küçüldüğünün bir işareti... Oysa akşamüstü Birecik’te üzerinden geçtiğimiz Fırat ne kadar devasa gözüküyordu. Yürüyerek gittiğimiz Gazi Köşkü de tadilat olduğu için bizi hayal kırıklığına uğratıyor.
Yavaş yavaş akşam oluyor. Öğlen müze evleri gezerken görüp incelediğimiz ve sürekli canlı yöresel müzikler sunulduğunu öğrendiğimiz Diyarbakır Kültür Evine bir an önce ulaşmak için can atıyoruz. Dışarıya taşan ahenkli sesleri takip ederek kolaylıkla bulduğumuz tarihi konakta üç kişilik bir ekip yöre türkülerini başarıyla icra ediyor. Konserin sonlarına doğru kendilerinden çok sevdiğim bir Diyarbakır türküsü için istekte bulunuyor, eser çalınıp söylenmeye başladığında benimle birlikte izleyicilerin de severek eşlik ettiklerini görüyorum.
Kaldığımız misafirhaneye doğru giderken yol boyu bu güzel türküyü mırıldanıyorum;
“Fincanın etrafı yeşil
At kolun, kolların boynumdan aşır
Serhoşam dilim dolaşır
Aman kız, canım kız öldürdün beni
El ettin, göz ettin, kandırdın beni”
