BATSIN OCAĞINIZ, BİTTİ BUCAĞIMIZ
Geçtiğimiz günlerde sevdiğimiz bir çift özel araçlarıyla Taşucu’nun üzerindeki Kocapınar Mahallesine doğru gitmişler. Amaçları, atadan kalma arsalarının son durumunu yakından görmekmiş. Ancak yanlışlıkla bölgedeki bir mermer ocağı yoluna girince yapılan doğa tahribatına yakından tanık olmuşlar. Bu konuda bazı bilgileri, bazı duyumları elbette varmış ama felâketin boyutunu yakından görünce çok şaşırmışlar. Durup birkaç kare fotoğraf çekerek durumu belgelemek istemişler.

Taşucu’na döner dönmez beni aradılar. Üzüntü içindeydiler. “Bu çevre katliamı artık durmalı!” dediler. Haklıydılar.
Çünkü bir ocak düşünün ki, yaklaşık 20 yıldır ocağımıza, bucağımıza incir ağacı dikiyor. Bir ocak düşünün ki, Torosları ve Akdeniz’i mahvediyor; Taşucu’nun güzelim manzarasını, siluetini bozuyor. Üstelik artık üretim yapılmayan kapalı ocakları, gerekli düzenlemeleri yapıp doğaya geri kazandırması gerekirken, açık göstererek masraftan kaçınıyor. Kimse de bunun hesabını sormuyor.
“Maksat Yeşillik Olsun”
Kel bıraktığı geniş yeşil alanları ağaçlandırması gerekirken, bizimle alay edercesine ocaktan çıkan işe yaramaz blokları yeşile boyuyor ve âdetâ “maksat yeşillik ise alın size yeşil” diye dalga geçiyor. Nitekim bu göz boyama başta Atlas Dergisi ve CNN Türk “Yeşil Doğa” programı olmak üzere ulusal medyaya “kesilen dağı yeşile boyadılar” diye haber oluyor.
Üstelik işe yaramayan kayaları, taşları bir yerde toplaması gerekirken, yine işin kolayına kaçıp aşağı yuvarlıyor. Böylece doğaya ikinci bir tahribat daha yaşatıyor. Sunay Akın’ın “Maki” şiirinde,
“Bir an önce görünsün diye Akdeniz,
Toroslarda ağaçlar hep çocuk kalır”
dizeleriyle veciz bir şekilde güzelleme yaptığı harika makiler böylece katlediliyor. Dahası, tepenin eteğindeki antik yerleşim Mylai kenti de maalesef bu tahribattan payını alıyor.

Ancak firmanın web sayfasında tam tersi savunularak “değerli taş sektöründe liderlik rolünü üstlenen firmamız, olmazsa olmazımız olan doğayı da koruyarak, geleceğe yatırım yapmayı amaçlamaktadır.” deniliyor. Ne ironik değil mi?
Utanç Vesikalı Kamu
Daha da ilginci, bu firmanın adında Akdeniz’in İngilizcesinin yer alması… Yani hem Akdeniz’in adını taşıyor, hem Akdeniz’in doğasını kirletiyor. Üstelik kirlettiği bölge Taşucu’ndan başlayarak Eğribük Koyuna kadar uzanan yaklaşık 10 kilometrelik turizm yatırım teşvik alanı… İşin en ilginç tarafı ise Mersin’in bu en değerli turizm bölgesinin muhteşem siluetini silip atan bu ocağı Valilik ile Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerinin görmezden gelerek üç maymunu oynamaları…
Kısacası, geri dönüşü artık mümkün olmayan bu yıkım ve tahribat, kamu yönetimi için beceriksizlik ve utanç vesikası olarak her gün Taşucu’nun tepesinde, karşımızda duruyor.

Hayırsız Hayırlar
Asıl merak ettiğim nokta ise bir kişi zengin olacak diye yirmi bin kişinin üzerine taş yağdıran bu mermer firmasının hiçbir tepkiyle, engellemeyle karşılaşmadan üretimini nasıl sürdürdüğüydü. Bunun cevabını da yaptığım araştırmalar sonucunda kısmen buldum. Meğer firma web sayfasında, yaptığı sosyal faaliyetlerin, ayrıca bağış yaptığı, destek verdiği yerlerin, kuruluşların listesini yayınlamış. Yani yaptığı hayırsız hayırlarla daha doğrusu sus paylarıyla çevre katliamını rahatça sürdürmüş.
2003 yılında kurulan ve bir zamanlar ilçedeki kamu kurumlarının bile üzerinde bir yetkiye sahipmişçesine rahat hareket edebildiği söylenen bu firma meselâ Silifke Belediyesine her yıl festival desteği vermiş. Hatta Silifke Kent Konseyinin yurtdışı gezilerinin bile finansmanını karşılamış. Çeşitli okullara, derneklere katkı sağlamış. Cezaevi, Huzurevi ve Meslek Yüksekokuluna destek vermiş. Kısacası Silifke’de el atmadığı pek kurum kalmamış. Allah bilir, Taşucu Belediyesinin bir dönem düzenlediği geleneksel “Çevre Festivali”ne dahi ironik bir şekilde sponsor olmuşlardır.
Na To Kafa, Na To Mermer
Bize Girit lehçesinden geçme bir atasözü var: Na to kafa, na to mermer… Yani ha mermer, ha kalın kafa, fark etmez! İşte bu firma da taş kafayla, taş devri zihniyetiyle Taşucu ve çevresini katletmeyi sürdürüyor.
Ancak bu konuda bakanlık yetkililerinden ve yerel yöneticilerden medet ummuyor, bir destek beklemiyorum. Zira biliyorum ki, firma yöneticileri yani minareyi çalanlar kılıfını zaten çoktan hazırlamışlardır.
Benim yapabileceğim bu yerel çevre meselesini ancak güçlü bir çevre vicdanı metnine, ahlâkî bir manifestoya dönüştürebilmek…
Artık söz bitti, sabır tükendi. Sözün özü dostlar; bu mermer ocağı, duman etmiş köşe bucağı…
Öyleyse bu haksızlık ve tahribat karşısında en azından bir beddua hakkımız olmalı:
Mademki bitti bucağımız,
Öyleyse batsın ocağınız!
