BAŞKENTTEN SELAM
MALTA
Değerli hemşehrimiz Halil Dölek’in Malta ile ilgili yazısı, bana yıllar önce gerçekleşmiş olan Malta seyahatimi anımsattı. Bu yüzden ben de bir Malta yazısı kaleme alıp, yayımlamaya karar verdim. Zira eşimle birlikte yaptığımız Malta seyahatimizi sık sık konuşuyor, “bir daha mı gitsek” diyoruz…
Bir gazetede “Malta-Sicilya Gezisi” ilânını, maliyet fiyatını ve uçuşun Ankara’dan başlayacağını görünce ilgilenmiş ve bu geziyi eşim Nurten’le birlikte yapmayı kararlaştırmıştım. Karı-koca bunaldığımız bir tarihte yapılacak olan bir haftalık geziyle ilgili tüm işlemleri tamamlamış, 08 Şubat 1997 tarihinde gece yarısından sonra, Başkentten havalanan Malta Hava Yollarının Boing 737 uçağı ile iki buçuk saatlik uçuştan sonra Malta hava alanına inmiştik. Grubumuz 50 kişiden oluşuyordu. Ramazan Bayramı başlamıştı ve kutsal günleri Malta’da geçirecektik.
Otobüsle Suncrest oteline gelmiş ve 702 nolu odaya yerleşmiştik.
Ertesi sabah açık büfe kahvaltımızı yaptıktan sonra rehberimiz Serkan bazı bilgiler vermişti. Otelimiz Qawra adlı küçük bir yerleşim birimindeydi. Otelin önündeki duraktan, 15 dakikada bir geçen 49 nolu otobüse binersek bizi Valetta’ya kadar götürürdü ama 70 nolu otobüse binecek olursak, son durak Slima idi… Malta’da hâlâ eski model otobüsler çalışıyordu ama yapılan referandumda halk, bu otobüslerin kaldırılmasını talep etmişti. Ayrıca taksiler vardı ve ücret, taksimetreye göre ödeniyordu. Buradaki trafiğin, İngiltere’de olduğu gibi, soldan işlemekte olduğunu da orada öğrenmiştik.
Serkan anlatıyordu: Malta’da önemli iki siyasi parti vardı. Toplum tam anlamıyla politize olmuştu. Halk futbol takımı tutar gibi, parti tutuyordu. O tarihte Avrupa Birliği’ne girmeye çalışıyorlardı. Sokaklarda dikkatli olmak, yankesicilere çarpılmamak gerekiyordu. Ve o tarihte 1 Malta Lirası, 3 milyon TL idi.

Eşim ile birlikte Malta gezimizden...
VALETTA
Öğleden sonra, Malta’nın başkenti olan Valetta kentine gitmiştik. Ülkenin tüm resmi daireleri buradaydı ve burası adanın en eski yerleşim merkeziydi. Tabii tüm önemli yapılar ve kale de buradaydı. Başkent bir yarımada biçimindeydi; sağında Grend Limanı, solunda Marssamxett Limanı vardı ve karşıda ise Akdeniz uzanıyordu.
Malta ve Valetta bana, Osmanlı Mebusan Meclisini basan İngilizlerin, mebusları tutuklayıp, buraya sürgün etmelerini anımsatırdı. Bu nedenle sürgün edilenlerin nerede kaldıklarını ısrarla öğrenmek istemiş ve görmüştüm.
Valetta, 1980 tarihinde UNESCO tarafından dünya mirası listesine alınmıştı. Zira kalesiyle, limanıyla ve içindeki tarihi yapılarla bu unvanı hak ediyordu. Şehrin gelişimi de bir plan dahilinde gerçekleşmişti. Zira cadde ve sokaklar birbirlerine paralel bir biçimde oluşturulmuştu.
Başkentin görülesi en önemli yeri, “Şehir Kapısı”ndan içeriye girdikten sonraki kısımdı. Bu kapıdan içeriye motorlu vasıtalar girmemekte ve şehir yaya olarak gezilmekteydi. Önümüze çıkan cadde kentin alışveriş merkeziydi ve tüm dükkanlar ile cafeler buradaydı.
Cadde üzerinde, 19. Yüzyılda inşa edilen ama bir yangınla harabe haline dönen Kraliyet Opera binası, Arkeoloji Müzesi, St. Jean Katedrali, Cumhuriyet Meydanının ortasındaki Kraliçe Victoria heykeli, Kütüphane ve kutsal binalarla, resmi dairelerin bulunduğu binalar vardı. Böylelikle geze geze Aziz Elmo Kalesi’ne ulaşmıştık. Ecdadımız Osmanlı Devleti Malta’yı fethederken, büyük bir direnişle karşılaşmıştı… Burada da kiliseler, sanat ve kültür mekânları vardı.
Başkent, adını, Sn. Jean şövalyelerinden biri olan La Valetta’dan almıştı ve şehir 11.yüzyılda kurulmuştu.
Karnaval
O arada bir karnaval korteji ile karşılaşmış ve bir süre bunları izlemiştik. Rengarenk giysiler içindeki insanlar, Malta folklorunu çeşitli yönleriyle yansıtıyorlardı. Adeta tüm Malta karnavalın içerisindeydi; kucaktaki çocuklardan, yirmi yaşındaki gençlere kadar herkes yüzlerini, gözlerini boyamışlar; kimi şövalye olmuş, kimi Zoro veya Süpermen!.. Kamyonlara yüklenen acayiplikler, seyyar satıcılar… ve Valetta ayaktaydı!.. Malta Karnavalı, ünlü Rio Karnavalının küçük bir örneği gibiydi.
Saat 17.00 sularında geldiğimiz minibüsle güzel bir gezi yaptıktan sonra Sliema’yı geçip, St. Jülians’a ulaşmış ve bir restoranda pizza yemiş, sonra otele dönmüştük.
Malta, bütünüyle geniş bir alana yayılan tek bir şehir gibiydi. Zira her yerde yerleşim ve canlı bir hayat vardı. Ülkede, yerleşik halk kadar da turist bulunuyordu. Zira Malta ekonomisi daha çok turizme dayalıydı. Buradaki diskotekler, gece kulüpleri, kumarhaneler Libyalılar ve tüm Arap ülkeleri için cazipti. Malta’nın önemli bir gelir kaynağı da “Malta Taşı” idi.
MALTA TURU
Ertesi gün, Malta Adasını, bir ucundan öteki ucuna kadar giderek gezecektik. Adanın bir ucundan Libya, öteki yakasından da Sicilya tarafına bakmıştık. Malta biraz Arap, biraz İtalyan, karmakarışık bir ülkeydi. Küçük, küçücüktü ama sanki milyonlarca insan yaşıyorcasına canlıydı. Çok sayıda motorlu araç göze çarpıyordu. Tur sırasında bir balıkçı kasabasında sınırsız deniz ürünlerinden oluşan yemek yemiştik.
Malta, aslında bir adalar ülkesiydi. Tüm ülkeye adını veren Malta ile birlikte Gozo, Komino ve Kominata gibi adalar da bu ülke sınırları içindeydi. Malta’da 330 bin, Gozo’da 30 bin kişi yaşıyordu. Ülkenin tüm nüfusu ise 400 bine yakındı. Halkın büyük bir bölümü Maltaca da denilen Maltız dilini, % 30-40 kadarı da Arapça konuşuyorlardı. Rabat, Medine vb. gibi Arap yer adlarına burada da rastlanıyordu.
Turumuz esnasında Medine semtine de gitmiştik. Tüm Arap ülkelerindeki gibi, Medine semti, daha çok gelenekselliği yansıtmaktaydı. Buradaki sokaklar çok dardı ama yaz aylarında sıcaklık 40 dereceye çıkınca, bu sokaklardaki evler serin oluyordu.
Buradaki evlerin kapılarındaki tokmaklar ilginçti ve bununla ilgili bir inceleme yapılmalıydı. Cumhurbaşkanının resmi ikametgâhı olan Veldala Palas da gördüğümüz binalardandı. Malta’da 29 Haziran’larda St.Paul Festivali düzenleniyordu ve bu festivalde tavşan eti yiyorlardı.
Malta’da 365 tane kilise vardı. Mariya Madelana adına yaptırılan küçük kilise, bizim görebildiklerimizden biriydi. Halkın çoğunluğu Hıristiyan Katolik dinine mensuptu ve ilkokuldan itibaren din dersi alıyorlardı.
Ülkenin en yüksek yeri 220 metre yükseklikteki Dingli Tepesiydi. Burada 19.Yüzyılda yapılan Santa Mariya kilisesi vardı.
GOZO
13 Şubatta Gozo Adasına gitmiştik. Burası Malta Cumhuriyeti’ni oluşturan 4 adadan biri ve büyüklük bakımından ikincisiydi. Noar limanından Gozo’ya çıkmış ve buradaki bir tepeden Kominoto, Komino ve Malta adalarını seyretmiştik. Keza 290 km. ötedeki Tunus, 330 km. ötedeki Libya ve 96 km. ötedeki Sicilya da silüet halinde görülebiliyordu. 65 km. kare yüzölçümü olan adanın merkezi Viktorya idi. Buradaki evlerin kapıları açık duruyordu ve hırsızlık olayı görülmüyordu.
Viktorya’da, 1920 yapımı Tapinu kilisesi, okullar ve Astra tiyatrosu bulunuyordu. Bu kentin halkın ağzındaki adı Rabat’tı. Fontana adlı bölgede büyük bir çamaşırhane ve pamuklu kumaşlar dokuma tezgahı bulunuyordu. Malta’ya her yıl gelen 1,5 milyon dolayındaki turistler Gozo’yu da ziyaret ediyorlardı. Gozo’daki Şlendi, bir balıkçı köyü idi. Ne var ki köylüler balık miktarının azaldığını ve bu nedenle balıkçıların, kayıklarını turistlere kiraya verdiklerini söylüyorlardı.
Viktorya Kalesi’ni Finikeliler inşa etmişlerdi ama sonra Romalı’ların ve 870’de de Araplar’ın eline geçmiş; Araplar tarafından genişletilmişti. Daha sonra da kale St.Jean şövalyeleri tarafından işgal edilmişti. Bir de cam fabrikasının bulunduğu Viktorya’da 6000 kişi yaşıyordu.
Sicilya’ya Gidilmedi
Gezimizin son iki gününü Sicilya’da geçirmeliydik. Ne var ki, 50 kişilik grubumuzun 48’i programın bu bölümüne katılmaktan imtina ettikleri için, biz de vazgeçmiştik. Ama doya doya Malta’yı gezip görebilme olanağını bulmuştuk. Nereden nereye, hangi otobüsün gittiğini de öğrendiğimiz için kendi başımıza dolaşıyorduk. Valetta’da gezmekten yorulduğumuz zaman, Phoenicia Oteli’nin lobisine girip, rahat koltuklara oturarak dinleniyorduk. Hatta burada çay içebilme imkânımız da vardı.
Son Valetta gezimizi ve alışverişlerimizi yaptıktan sonra otobüsle Qawra’ya dönmüş; otelimizin tam karşısındaki Tal-Kaptan adlı restoranda, pizzayla karnımızı doyurmuştuk. Ülkemiz de dahil birçok ülkede pizza yemiştik ama Malta’da yediğimiz bu pizzanın nefasetini hiçbir yerde görmemiştik.
15 Şubat sabahı otobüsle tekrar Valetta’ya giderek, torunumuz İrfan’a almamız gereken oyuncağı alıp otele dönmüş ve 15.15’te otelden ayrılıp, hava alanına gelmiştik. Alan kalabalıktı ve Malta’nın hava trafiği de yoğundu. Terminal mükemmel, mağazalar dolu, ama fiyatlar pahalıydı. Nihayet uçağa binmiş ve 17.55’te havalanmış ve rahat bir uçuştan sonra Ankara’ya inmiştik. Malta hava yolları uçağında Türkçe anonsun da yapılmasını takdirle karşıladığımı burada yazmam gerek.
