İrfan Ünver NASRATTINOĞLU
Köşe Yazarı
İrfan Ünver NASRATTINOĞLU
 

KARAKALPAKİSTAN CUMHURİYETİ -5-

KARAKALPAKİSTAN  CUMHURİYETİ -5-    YENİ URGENÇ   Komünist Partisinin Urgenç 1.Sekreteri Rahimecan Hüdabergenova ile de bir görüşme yapmıştık. 1942 doğumlu olan Rahimecan Hüdabergenova, Moskova Sosyal Bilimler Akademisi’nden mezun olan kentin ilk kadını idi. Siyasete girmiş ve 1988’de bugünkü göreve getirilmişti. Partinin ideoloji sekreterliğini Azat Rahmanoğlu Seyidov yapıyordu. Görüşmede onunla birlikte yörenin ünlü şairi Erkin Muhammedrahimov (Âşık Erkin) da vardı. Kent içinde dolaşırken “Agâhi” adına tiyatro binasını göstermişlerdi. Burası yeni ve güzel bir yapıydı. O gün en büyük talihsizliğim, havanın çok soğuk olmasıydı; kar yağmamıştı ama sürekli yağmur, daha iyi gezip görmemi engellemişti. Harezm’in merkezi olan Urgenç’in nüfusu 120 bin dolayında idi. Çevresiyle birlikte vilayetin nüfusu, 1 milyonu buluyordu. Tarihî Hiva da buraya bağlıydı. Urgenç’ten Taşkent, Buhara, Semerkand ve Moskova’ya direkt uçak seferleri vardı. Hava yolu ile gelenlerin rahat yolculuk yapabilmeleri için Urgenç-Hiva arasında mükemmel bir kara yolu yapılmıştı. Oysa ülkenin öteki yolları berbattı. Yanımıza Âşık Erkin’i de alıp Hiva’ya müteveccihen yola çıkmıştık. Yol üzerinde gördüğüm “Karaman Köyü” beni çok şaşırtmıştı. Hiva Nihayet Hiva’ya ulaşıp arabamızı park ettiğimiz sırada sağanak hâlinde yağmur yağıyordu ve hava çok soğuktu. Bir süre arabadan çıkamamıştık. Oysa kadim Türk yurdu olan Hiva’yı gönül rahatlığı ile doya doya gezebilmeyi çok istemiştim. Restoran hâline getirilen eski bir medresenin özel bir odasında yemek yedikten sonra gezmeye başlamıştık. Hiva, İpek Yolu üzerindeydi ve 11-13. yüzyıllarda Harezm Devleti’nin başkentiydi. “hi” su, “vah” ise oh, çok şükür anlamını içeriyordu. “Hi-vah”, zaman içerisinde “Hi-va”ya dönüşmüştü ve “su var” demekti. Benim ziyaret ettiğim tarihte 2400 yaşında olan kentin, UNESCO tarafından korunan kentler listesine alınması için çalışılıyordu. O tarihte Hiva’da 45 bin kişi yaşıyordu. İç kalenin çevresi 6500 metreydi ve 26 hektarlık bir alana yayılıyordu. İç kalenin “Halvan”, “Taş”, “Bahçe” ve “Ata” adlı 4 kapısı vardı. İç Kaleyi de içine alan kent alanı ise 54 hektardı ve tam 10 kapısı bulunuyordu. Hiva, artık bir müze kent olmuştu. Bize kenti, Müze Müdürü Kurbanbay Babacanov gezdirmiş ve çok yararlı bilgiler vermişti. Ama hemen belirtmeliyim ki, burayı layıkı ile gezebilmek için orada birkaç gün kalmak gerekirdi. Hiva, açık bir müzeydi. Öylece korunuyor ve bir yandan da restore çalışmaları yapılıyordu. Her yıl SSCB içinden 150-200 bin, dışından ise 250 bin turist geliyordu. Kentte 56 tane tarihî yapı vardı. Bunların çoğu medrese idi. Görülen o idi ki Hiva, tarih içerisinde, Türklerin ilim, irfan yuvasıydı. Adım başında bir medrese, mescitler, minareler… Orta Asya Türk mimarisinin en güzel örnekleri ile Türk sanatı gözler önüne seriliyordu. Seyrine doyum olmayan mimarinin yanı sıra, çini ve ağaç oymacılığı sanatlarımız sergileniyordu. Geziye turistik otel olarak kullanılan Muhammed Emirhan Medresesi’nden başlamıştık. Oradan, Özbek Türklerinin ikinci klasiği olan Agâhi’nin medresesine gidip görmüştük. 18-19. yüzyıllarda Hiva Hanı’na karşı çıkanların kapatılıp işkence gördükleri “zindan” sıradaki ziyaretgâhımızdı. II. Muhammed Rahimhan Medresesi’ni gezerken, 1871 yılında medreseyi kuran Rahimhan hakkında bilgiler almıştık. Bu zat han olduğu gibi, şair, âlim, fazıl bir kişi ve bestekârdı. Ülkenin bütün âlimlerini etrafına toplamış ve onları korumuştu. “Erk” adı verilen bir “Hanlar sarayı” vardı. 6-7. yüzyıllarda inşaa edilen bu saray içinde, cami, yazlık-kışlık bölümler, darphane, yıkılmış iki saray, kuyu, avlu, harem bölümü, kabul salonları vb. vardı. Burada mermer, ağaç ve çini sanatının şaheser örnekleri vardı. 1905 yılında inşaa edilen Kadı Kalan (Selim Ahund) ya da Büyük Kadı Medresesi de görülesi gereken yerlerdendi. 1842’de kurulan Allakulihan Medresesi, 1 ay içinde inşaa edilip hizmete açılmıştı. 1873’de kurulan Yakupbay Hoca Medresesi, irfan yuvalarından biriydi. 1825-1899 yılları arasında yaşamış olan Kâmil Harezmi Ev Müzesi, ilk Özbek bestekârının ebediyen yaşatılmasını sağlıyordu. Bu zat, Özbek musikisini ilk notaya alan kişiydi. Ünlü Türkmen ozanı Mahdumkulu Feraği’nin 1750-1755 yılları arasında tahsil yaptığı Şir Gazi Medresesi, 1712’de kurulmuştu. Kadim bir bina içerisinde bu medrese adıyla yaşatılıyordu. İçeri Kale’de bir de Tıp Tarihi Müzesi oluşturulmuştu. Müze girişinde 10-19. yüzyıllarda Harezm’den yetişen âlimlerin portreleri bulunuyordu. Biruni, İbni Sina, Kamariy, Yusuf Harezmi, İbn Irak, İbn Hammar, Mesihî, Çağminin, İlâki, Me’mun, Ebul Gazi Bahadır Han, Musa Harezmi, Hazarankiy vb. gibi âlimlerinin portresi sergilenirken; müzenin bir odası da Biruni Salonu olarak düzenlenmişti. Biruni 973-1048 yılları arasında yaşamış bir bilgindi. Müzede bitkilerden ilaç yapımı ile ilgili yayınlar da sergileniyordu. İbni Sina Salonu ise, bizim için çok önemliydi. Zira 980-1037 yılları arasında yaşayan bu değerli bilgin, ülkemizde en çok tanınan bilim adamlarından biriydi. Rus bilgin Gerasimov İran’a, Hamedan’a değin giderek İbni Sina’nın mezarını açmış, kafatasına bakarak, onun birçok büstlerini yapmıştı. İbni Sina eserlerinin önemli bir kısmını Harezm’de yazmıştı. Pelvan Ata türbesi, 1835’de yapılmıştı. Çeşitli ülkelere giderek güreşmiş ve hiç yenilmemiş bir pehlivandı, Pelvan Ata. 1247-1321 yılları arasında yaşamış olan bu zatın mezarının üzerinde çok güzel çiniler vardı. Müzeyi, 1806’da tahta çıkan ve 1825’te vefat eden, I. M. Rahimhan yaptırmıştı. Ebulgazi Bahadır Han Türbesinde, kendisiyle birlikte oğlu Enüşe de metfundu. Türbenin duvarları Pelvan Ata’nın şiirleriyle süslenmişti. İsfendiyar Han anıt mezarı da İçeri Hiva’da bulunuyordu. Han Veziri İslam Hoca Medresesi, 1908’de inşaa edilmiş; mescit kısmındaki minare 1910’da yapılmıştı. 57 metre yükseklikteki minare ilginç ve güzeldi. Talib Mahsun Medresesi… Cuma Mescidi, 10-18. yüzyıllarda inşaa edilmişti. Mescidin, doğum yerim olan Afyonkarahisar’daki Ulu Cami’yi andırması dikkatimi çekmişti. Ama iç sütunlar işlemelerle süslenmişti. İmarethanesi de olan mescit 1983 yılında restore edilmişti ve mescitte aynı anda 3500 kişi namaz kılabiliyordu. Allahkuluhan Medresesi… 1652’de inşaa edilen Akmescit… Kutluk Murat Medresesi… 1657’de Abulgazi Bahadır Han ve oğlu onuruna inşaa edilen hamam… Hamam, 1657’de inşaa edilmiş, 1882’de restore edilmişti. Kervansaray… Harem - Taş Avlu… Allahkuluhan döneminde inşaa edilmiş olup harem, arz ve kabul kısımları olan üç bölümden ve 163 odadan oluşuyordu. Burada küçük de olsa bir Etnografya Müzesi oluşturulmuştu.  
Ekleme Tarihi: 18 Kasım 2022 - Cuma

KARAKALPAKİSTAN CUMHURİYETİ -5-

KARAKALPAKİSTAN  CUMHURİYETİ -5- 

 

YENİ URGENÇ

 

Komünist Partisinin Urgenç 1.Sekreteri Rahimecan Hüdabergenova ile de bir görüşme yapmıştık. 1942 doğumlu olan Rahimecan Hüdabergenova, Moskova Sosyal Bilimler Akademisi’nden mezun olan kentin ilk kadını idi. Siyasete girmiş ve 1988’de bugünkü göreve getirilmişti. Partinin ideoloji sekreterliğini Azat Rahmanoğlu Seyidov yapıyordu. Görüşmede onunla birlikte yörenin ünlü şairi Erkin Muhammedrahimov (Âşık Erkin) da vardı. Kent içinde dolaşırken “Agâhi” adına tiyatro binasını göstermişlerdi. Burası yeni ve güzel bir yapıydı. O gün en büyük talihsizliğim, havanın çok soğuk olmasıydı; kar yağmamıştı ama sürekli yağmur, daha iyi gezip görmemi engellemişti.

Harezm’in merkezi olan Urgenç’in nüfusu 120 bin dolayında idi. Çevresiyle birlikte vilayetin nüfusu, 1 milyonu buluyordu. Tarihî Hiva da buraya bağlıydı. Urgenç’ten Taşkent, Buhara, Semerkand ve Moskova’ya direkt uçak seferleri vardı. Hava yolu ile gelenlerin rahat yolculuk yapabilmeleri için Urgenç-Hiva arasında mükemmel bir kara yolu yapılmıştı. Oysa ülkenin öteki yolları berbattı. Yanımıza Âşık Erkin’i de alıp Hiva’ya müteveccihen yola çıkmıştık. Yol üzerinde gördüğüm “Karaman Köyü” beni çok şaşırtmıştı. Hiva Nihayet Hiva’ya ulaşıp arabamızı park ettiğimiz sırada sağanak hâlinde yağmur yağıyordu ve hava çok soğuktu. Bir süre arabadan çıkamamıştık. Oysa kadim Türk yurdu olan Hiva’yı gönül rahatlığı ile doya doya gezebilmeyi çok istemiştim. Restoran hâline getirilen eski bir medresenin özel bir odasında yemek yedikten sonra gezmeye başlamıştık.

Hiva, İpek Yolu üzerindeydi ve 11-13. yüzyıllarda Harezm Devleti’nin başkentiydi. “hi” su, “vah” ise oh, çok şükür anlamını içeriyordu. “Hi-vah”, zaman içerisinde “Hi-va”ya dönüşmüştü ve “su var” demekti. Benim ziyaret ettiğim tarihte 2400 yaşında olan kentin, UNESCO tarafından korunan kentler listesine alınması için çalışılıyordu. O tarihte Hiva’da 45 bin kişi yaşıyordu. İç kalenin çevresi 6500 metreydi ve 26 hektarlık bir alana yayılıyordu. İç kalenin “Halvan”, “Taş”, “Bahçe” ve “Ata” adlı 4 kapısı vardı. İç Kaleyi de içine alan kent alanı ise 54 hektardı ve tam 10 kapısı bulunuyordu.

Hiva, artık bir müze kent olmuştu. Bize kenti, Müze Müdürü Kurbanbay Babacanov gezdirmiş ve çok yararlı bilgiler vermişti. Ama hemen belirtmeliyim ki, burayı layıkı ile gezebilmek için orada birkaç gün kalmak gerekirdi. Hiva, açık bir müzeydi. Öylece korunuyor ve bir yandan da restore çalışmaları yapılıyordu. Her yıl SSCB içinden 150-200 bin, dışından ise 250 bin turist geliyordu. Kentte 56 tane tarihî yapı vardı. Bunların çoğu medrese idi. Görülen o idi ki Hiva, tarih içerisinde, Türklerin ilim, irfan yuvasıydı. Adım başında bir medrese, mescitler, minareler… Orta Asya Türk mimarisinin en güzel örnekleri ile Türk sanatı gözler önüne seriliyordu. Seyrine doyum olmayan mimarinin yanı sıra, çini ve ağaç oymacılığı sanatlarımız sergileniyordu.

Geziye turistik otel olarak kullanılan Muhammed Emirhan Medresesi’nden başlamıştık. Oradan, Özbek Türklerinin ikinci klasiği olan Agâhi’nin medresesine gidip görmüştük. 18-19. yüzyıllarda Hiva Hanı’na karşı çıkanların kapatılıp işkence gördükleri “zindan” sıradaki ziyaretgâhımızdı. II. Muhammed Rahimhan Medresesi’ni gezerken, 1871 yılında medreseyi kuran Rahimhan hakkında bilgiler almıştık. Bu zat han olduğu gibi, şair, âlim, fazıl bir kişi ve bestekârdı. Ülkenin bütün âlimlerini etrafına toplamış ve onları korumuştu.

“Erk” adı verilen bir “Hanlar sarayı” vardı. 6-7. yüzyıllarda inşaa edilen bu saray içinde, cami, yazlık-kışlık bölümler, darphane, yıkılmış iki saray, kuyu, avlu, harem bölümü, kabul salonları vb. vardı. Burada mermer, ağaç ve çini sanatının şaheser örnekleri vardı.

1905 yılında inşaa edilen Kadı Kalan (Selim Ahund) ya da Büyük Kadı Medresesi de görülesi gereken yerlerdendi. 1842’de kurulan Allakulihan Medresesi, 1 ay içinde inşaa edilip hizmete açılmıştı. 1873’de kurulan Yakupbay Hoca Medresesi, irfan yuvalarından biriydi.

1825-1899 yılları arasında yaşamış olan Kâmil Harezmi Ev Müzesi, ilk Özbek bestekârının ebediyen yaşatılmasını sağlıyordu. Bu zat, Özbek musikisini ilk notaya alan kişiydi.

Ünlü Türkmen ozanı Mahdumkulu Feraği’nin 1750-1755 yılları arasında tahsil yaptığı Şir Gazi Medresesi, 1712’de kurulmuştu. Kadim bir bina içerisinde bu medrese adıyla yaşatılıyordu.

İçeri Kale’de bir de Tıp Tarihi Müzesi oluşturulmuştu. Müze girişinde 10-19. yüzyıllarda Harezm’den yetişen âlimlerin portreleri bulunuyordu. Biruni, İbni Sina, Kamariy, Yusuf Harezmi, İbn Irak, İbn Hammar, Mesihî, Çağminin, İlâki, Me’mun, Ebul Gazi Bahadır Han, Musa Harezmi, Hazarankiy vb. gibi âlimlerinin portresi sergilenirken; müzenin bir odası da Biruni Salonu olarak düzenlenmişti. Biruni 973-1048 yılları arasında yaşamış bir bilgindi. Müzede bitkilerden ilaç yapımı ile ilgili yayınlar da sergileniyordu.

İbni Sina Salonu ise, bizim için çok önemliydi. Zira 980-1037 yılları arasında yaşayan bu değerli bilgin, ülkemizde en çok tanınan bilim adamlarından biriydi. Rus bilgin Gerasimov İran’a, Hamedan’a değin giderek İbni Sina’nın mezarını açmış, kafatasına bakarak, onun birçok büstlerini yapmıştı. İbni Sina eserlerinin önemli bir kısmını Harezm’de yazmıştı.

Pelvan Ata türbesi, 1835’de yapılmıştı. Çeşitli ülkelere giderek güreşmiş ve hiç yenilmemiş bir pehlivandı, Pelvan Ata. 1247-1321 yılları arasında yaşamış olan bu zatın mezarının üzerinde çok güzel çiniler vardı. Müzeyi, 1806’da tahta çıkan ve 1825’te vefat eden, I. M. Rahimhan yaptırmıştı.

Ebulgazi Bahadır Han Türbesinde, kendisiyle birlikte oğlu Enüşe de metfundu. Türbenin duvarları Pelvan Ata’nın şiirleriyle süslenmişti.

İsfendiyar Han anıt mezarı da İçeri Hiva’da bulunuyordu. Han Veziri İslam Hoca Medresesi, 1908’de inşaa edilmiş; mescit kısmındaki minare 1910’da yapılmıştı. 57 metre yükseklikteki minare ilginç ve güzeldi. Talib Mahsun Medresesi… Cuma Mescidi, 10-18. yüzyıllarda inşaa edilmişti. Mescidin, doğum yerim olan Afyonkarahisar’daki Ulu Cami’yi andırması dikkatimi çekmişti. Ama iç sütunlar işlemelerle süslenmişti. İmarethanesi de olan mescit 1983 yılında restore edilmişti ve mescitte aynı anda 3500 kişi namaz kılabiliyordu. Allahkuluhan Medresesi… 1652’de inşaa edilen Akmescit… Kutluk Murat Medresesi…

1657’de Abulgazi Bahadır Han ve oğlu onuruna inşaa edilen hamam… Hamam, 1657’de inşaa edilmiş, 1882’de restore edilmişti. Kervansaray…

Harem - Taş Avlu… Allahkuluhan döneminde inşaa edilmiş olup harem, arz ve kabul kısımları olan üç bölümden ve 163 odadan oluşuyordu. Burada küçük de olsa bir Etnografya Müzesi oluşturulmuştu.

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve silifkesesimiz.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.

deneme bonusu deneme bonusu https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren bahis siteleri deneme bonusu veren siteler youtube mp3