İrfan Ünver NASRATTINOĞLU
Köşe Yazarı
İrfan Ünver NASRATTINOĞLU
 

BELARUS -1-

BAŞKENTTEN SELAM   BELARUS -1- SSCB    döneminde, bu birlik içerisinde yer alan Cumhuriyetlerin çoğuna gidip görmüş ve gerekli bilgileri edinmiştim. Ama hâlâ görmediğim ve görmeyi çok arzu ettiğim ülkeler vardı. Bunlardan birisi de resmi adıyla “Belarus” olarak adlandırılan ama Türkiye de dahil birçok ülke tarafından “Beyaz Rusya” olarak tanımlanan ülkeyi de gezip görebilmeyi çok istiyordum. MİNSK Sovyet Yazarlar Birliği Türkiye masası şefi Vera Borisovna Feonova’nın girişimi ile Belarus seyahatim kesinleşmişti. Uzun süren Orta Asya gezisini tamamlayıp, Moskova’ya gelmiş, bir günlük istirahatten sonra, 25 Ekim 1989 Gecesi, saat 23.20’de Moskova tren istasyonundan, Belarus’a müteveccihen, trenle hareket etmiştim. Lüks bir kompartmanın, yataklı vagonunda rahat bir yolculuktan sonra, 26 Ekim sabahı saat 08.30’da Minsk istasyonuna ulaşmıştım. Tren hiç rötar yapmadan, tam vaktinde gara girmişti. İstasyonda bizi Belarus Yazarlar Birliği’nden Aleksey Gorditski karşılamıştı. Tren istasyonundan Belarus Oteli’ne gidinceye kadar gördüğüm manzara, Avrupa’da olduğum izlenimi veriyordu. Bunu Rehber-Tercümanım Aleksey’e söylediğimde hoşuna gitmiş ve şöyle demişti: “Fransa’da ve bizde Brest kentleri var, buna atfen iki Brest arası, Avrupadır, şeklinde bir deyim vardır”… Otele ulaşıncaya kadar gördüğüm yeşillikler, gönlümü ferahlatmıştı. Ormanlar ve göllerle dolu olan bu ülke, gerçekten çok güzeldi. Ekim ayının sonuna gelmiş olmamıza rağmen, bahar havası ve ortamı görülüyordu. Minsk metrosu henüz tek hatlıydı ama genişletme çalışmaları yapılıyordu. Toplu ulaşım için ayrıca tramvay ve otobüsler vardı. 12 km uzunluğundaki Lenin Bulvarı, caddeler, sokaklar tertemizdi. İnsanların sosyal ve ekonomik yaşamlarının, Baltık cumhuriyetlerinden sonra, dördüncü sırada olduğunu söylemişlerdi. TV, saat, buzdolabı vb. gibi eşyanın üretildiği fabrikalar vardı. O tarihte Belarus nüfusu 10 Milyon dolayında idi ve nüfusun 1,5 Milyonu başkent Minsk’te yaşıyordu. Ülke bütünüyle ovaydı ama çevrede yer yer engebeli arazi de vardı; bir de 560 metre rakımlı tepe vardı ki, tüm SSCB’nde tekti. Rehberim Aleksey, benim Sovyet Yazarlar Birliği’nin konuğu olarak Belarusa’a gelen 4. Türk olduğumu söylemiş ama benden önce gelen öteki Türkler’in isimlerini hatırlayamamıştı. Gelenlerden yayıncı olan kişinin, ünlü Belarus yazar Vasil Bıkov’un, büyük anayurt savaşını konu alan kitabının Türkçe’ye çevrilerek, Türkiye’de yayınını sağlamış olduğunu söylemişti. Aleksey de nesir yazarı ve eleştirmendi. Konuk edildiğim Belarus Oteli, Yanka Kupala ve Komünist caddelerinin kesiştiği, Maşerov Meydanında bulunan bir kompleks idi ve “Svisloch” Nehrine egemendi. Bu nehir Minsk’in içerisinden kıvrıla kıvrıla ve “S”ler çizerek, akıp gidiyordu. Nehrin, Belarus başkentini süsleyip, renk kattığı söylenebilirdi. Otelin 546 odasında, 1000 yatak vardı ve içinde bilardo salonu, cafeler, büfeler, restoranlar, pastane, berber, sauna, yüzme havuzu ve 280 kişilik bir de konferans salonu. bulunuyordu. O tarihe kadar Orta Asya’da gezip gördüğüm kentler içerisinde en modern olanı Belorus idi denilebilir. Zira İkinci Dünya savaşında yerle bir edilen Minsk yeniden inşa edilmişti. Ayrıca buradaki tüm mağazalar tüketim mallarıyla doluydu. Bir gün Aleksey ile Minsk içerisinde uzun bir gezinti yapmıştık. Otelden çıkıp yaya olarak kent merkezine giderken; 19. Yüzyıldan kalan eski evlerin restore edildiklerini görmüştüm. Bu semte “Troytski” diyorlardı. Aleksey, Minsk’in 900 Yıllık bir tarihinin olduğunu söylemişti. Ama çeşitli savaşlara sahne olduğundan, eskiden pek bir şey kalmamıştı. Kentteki en eski bina, 16. Yüzyıldan kalmıştı. Minsk’in eski adı “Mensk”, yani alış-veriş kenti idi. Beyaz Ruslar, Minsk Denizi adını verdikleri büyükçe bir göl oluşturmuşlardı. Denizi olmayan Belarus’da böylelikle suni bir deniz yaratılmıştı. Lenin Bulvarı üzerinde yürümüştük. Metro çalışmaları hızla devam ediyordu. Birçok yerde alt geçitler vardı. Yolumuzun üzerinde büyük bir ordu evi binası vardı. Parklar… Görkemli resmi binalar ve mağazalar… Ama ilginç bir şey vardı ki; bütün mağazalar hem cumartesi hem de Pazar günleri kapalıydı. Bunun nedeni, özellikle Baltık cumhuriyetlerinden hafta sonlarında gelerek, mağazalarda ne var ne yoksa satın alıp gitmelerini önlemekti. Ama temel gıda maddesi satan yerler doğal olarak açık tutuluyordu. Belorus’da et, balık, sucuk, süt ve süt ürünleri gibi gıda maddeleri bol ve ucuzdu. Mağazaların hafta sonlarında kapalı tutulması işini önce Baltık cumhuriyetleri başlatmışlar; onlardan aldıkları ilhamla, Beyaz Ruslar da aynı yolu seçmişlerdi. Aleksey’in dediğine göre Baltık cumhuriyetlerinde kendilerinden olmayanlara mal satmazlardı, bunun için de pasaport soruyorlardı?... Belorus’un en büyük sorunu ekolojikti ve Çernobil faciasının yaydığı tehlike havada, suda ve toprakta halen sürüyordu. Çevre Gezintisi Otele yerleşip, Yazarlar Birliği lokalinde yemek yedikten sonra, Yazarlar Birliği’nin tahsis ettiği otomobille yola çıkmıştık. Minsk’ten ayrıldıktan sonra nefis bir doğa manzarası ile karşılaşmıştık. Doğal ve sun’i göller… ormanlar… fabrikalar… tarım alanları. Litvanya’nın başkenti Vilnius istikametinde yol alıyorduk. Sığ ormanlar, Alman işgali sırasında partizanların hareket kabiliyetlerinin genişlemesini sağlamıştı. Aleksey, Beyaz Ruslar’ın sakin insanlar olduklarını söylemişti. Hitler o bölgeyi işgal edince halkı Almanlaştırmak amacıyla okullar açtırmış, asimilasyon planları yaptırmıştı. Ancak bunu başaramadığı gibi, sakin bilinen Beyaz Ruslar’ın yürüttükleri gerilla savaşı karşısında şaşkına dönmüştü. Almanlar, Radoskoviç’e geldiklerinde bir Rus uçağının pilotu, ölümü göze alarak, Alman askerlerinin üzerine pike yapmıştı! Sonra üç pilot daha aynı şeyi yaparak, Alman ordusuna epey zayiat verdirmişti. Bu pilotlardan birisi Nikolay Gastello adlı bir Beyaz Rus’tu.   Radoskoviç yolumuzun üzerindeydi ve Gastello’nun heykelini ziyaret etmiştik. Zastavli Yine yolumuzun üzerinde olan Zastavli kasabasına gelince Aleksey, gerçek bir hikaye anlatmıştı: “12. Yüzyılda Vladimir Monomah adlı ünlü bir Rus prensi varmış. Bu şahıs önceleri Novgorod kentinin beyi imiş. Belarus’un Polotsk beyinin kızına aşık olmuş ve onunla evlenmek istemiş. Ancak kızın Ortodoks oluşu ve inanç ayrılığı nedeniyle kız Monomah’ın teklifini reddetmiş. Regeniya adlı kızın kendisini reddetmesi üzerine Manomah, savaş ilân ederek, Polotsk’u işgal etmiş; anasının babasının yanında kızın da ırzına geçmiş! Kızla evlenen Manomah daha sonra Kiev beyi olmuş. O arada Rageniya da bir oğlan doğurmuş. Manomah’ın birçok karısı varmış ama daha çok, Rageniya ile yatmak istiyormuş. Rageniya bir gece uyurken, Manomah’ı öldürmek istemiş, ama uyanması üzerine başaramamış. Bir kez de Manomah Rageniya’yı öldürmek isterken, oğlu İzleslav’ın yalvarması üzerine vazgeçmiş; ama ana-oğul ikisini de yanından uzaklaştırıp, küçük bir şato inşa ettirmiş ve oraya kapatmış. Ana ile oğul yaşamlarını bu şatoda sürdürmüşler…” Öyküde sözü edilen Şatonun bulunduğu Zastavli kasabasının kuruluş öyküsü böyleydi. Öyküde adı geçen Polotsk kenti beyinin de Yefrosinya adlı bir kızı vardı. Bu kız Rus Ortodoks kilisesine rahibe olmuştu. Rus çarlarının çocuklarına öğretmenlik yapan, ünlü şair Semon Polotski de bu kentte doğmuş ve yaşamıştı. Yanka Kupala Yola devam etmiştik. Az sonra karşımıza gerçekten muhteşem; önünden ırmak akan, geniş bir bahçeye gelmiştik. 20. Yüzyılın ünlü Belorus klasik şair-yazarı Yanka Kupala buradaki ahşap bir evde dünyaya gelmişti. Vzazınka adlı köydeki bu evi Zabjitski adlı bir derebeyi yaptırmıştı. Ev 1879 Tarihinde Yanka’nın ebeveynleri Dominok Lutçeviç ile karısı Byanıgna tarafından kiralanmış; Yanka da 1882’de bu evde dünyaya gelmişti. Bu mutlu doğum, “Kupala” adlı halk bayramına rastlamış ve bu nedenle şair, adının yanına Kapala’yı eklemişti. Ormancı olan Dominok Lutçeviç, 3 yıl sonra başka bir yere tayin edilmiş ve daha sonra sık sık görev yeri değişmişti. Bir ara Minsk’te de oturmuşlardı. Byanıgna Yanka’dan sonra 6 çocuk daha doğurmuştu. Bunların biri kız, beşi oğlandı. Ne var ki Dominok 1902’de ölmüş, ardından küçük yaşlardaki 3 çocuğu da hayatlarını kaybetmişlerdi. Yanka önce Lehçe ders almıştı. Çünkü Çar, Belorus dilinin konuşulmasını yasaklamış idi. Zigmund Çakovoş adlı bir bey, Yanka’daki yetenekleri görmüş ve ona kitaplar vermişti. Ünlü Belarus şair Teotka (kadın şairlere öyle deniliyordu) Eloiza Paşkeviç, Yanka’yla yakın ilişki kurmuş ama kadının yaşlı oluşu evlenmelerine engel olmuştu. Yanka şiirinin gelişiminde bu kadının rolünün olduğu söyleniyordu. Yanka ilk şiirini Lehçe yazmıştı. 1905 Devrimiyle Belorus dilinin serbest bırakılmasından sonra, ana diliyle yazmaya başlamıştı. Ancak, illegal yayınlar da vardı ve Yanka “Kuzey-Batı Bölgeleri” adlı gazetede, Belorus dilinde yayınlar da yapmıştı. 1908’de Jaleyka adlı ilk şiir kitabı yayımlanmıştı. Ev Müzesi, otantik biçimiyle korunuyordu. Evin korunması bir yana, burada gerçek bir etnografya müzesi oluşturulmuştu. Evin kilidinin olmadığını görünce sorduğumda şu yanıtı almıştım: “Bu Belarus insanının karakterinin somut göstergesidir!...” Kupala Müzesi önünde Yazar Aleksey Gorditski ile Evin önünde Yanka’nın bir büstü bulunuyordu. Minsk’te ise, kocaman bir heykelini dikmişlerdi. Kimi cadde ve yer adlarına da onun adı verilmişti. Eserleri 80 dile tercüme edilmiş ve her dilden bir şiirinin yer aldığı, bir güldeste yayımlanmıştı. Şiirin Türkçe çevirisini Ataol Behramoğlu yapmıştı. Daha sonra şairin Minsk’teki görkemli heykelini de dikkatle inceleme fırsatı bulmuştum. Heykelin yanında, hani o hiç açmayan çiçek vardı! Her gün taze çiçekler de konuluyordu. Heykelin arkasında bir havuz ve havuza eğilen iki güzel kız ellerindeki çiçekleri havuza atıyorlardı. Çiçekler, suyun akışıyla kıyıya yanaşırsa, kısmetleri açılacak ve kısa zamanda evleneceklerdi!... Hükümet 1944 Yılında “Yanka Kupala Müzesi” kurmuştu. Ancak iki katlı bina inşaatından sonra, asıl müze 1960 yılında oluşmuştu. Yanka, fazla öğrenim yapmamış, kendi kendini yetiştirmişti. Etkisinde kaldığı önemli kişilerden birisi,  Polonya’nın milli şairi ve devlet adamı Adam Miskievicz idi.  20 yaşından itibaren köylerde öğretmenlik, mahkemede zabıt katipliği, şarap fabrikasında işçilik yapmıştı. 1908’den itibaren yazdığı yazılar ve şiirler Moskova yönetimine karşıydı. Önce Çarlık, sonra komünizm rejimine hep muhalefet etmişti. Bu nedenle de hakkında soruşturmalar ve davalar açılıyordu. “Kim geliyor” adlı şiiri Maksim Gorki tarafından Rusça’ya çevrilmiş ve bestelenmişti. Bu beste 1917 Devriminden önce, Beyaz Ruslar’ın illegal milli marşı haline gelmişti. 1908’de Vilnius, Belarus kültürünün merkezi idi. İlk Belorus tiyatrosu orada açılmış; birçok Beyaz Rus yazarı orada buluşmuşlardı. Yanka Kupala da bir yıl Vilnius’ta kaldıktan sonra 1909’de Petersburg’a gitmiş ve 4 yıl da orada yaşamıştı. 1913’de Vilnius’a dönmüş ve 1915’e kadar orada kalmıştı. Vilnius’ta Belarusça yayımlanan “Tarlamız” adlı gazetenin yönetmenliğini yapmış, gazetenin kapatılmasından sonra Moskova’ya gitmişti. 33 Yaşında Halk Üniversitesi’ne girmiş, o arada 1916 yılında Vladislava Stankiyeviç ile evlenmişti. Halk üniversitesine devam edememiş ve askere alınmıştı. Kupala halk kültüründen yararlanarak, hikayeler, şiirler, piyesler yazıyor ve ülke çapında ünü artıyordu. Genç yazar ve şairleri de yüreklendirip, destekliyordu. Belarus İlimler Akademisinin kurucuları arasında yer almış; Belarus gramerinin belirlenmesinde söz sahibi olmuştu. Ama onun milliyetçi tutumu, sık sık sorgulanmasına yol açıyordu. 1930’da yine böyle bir sorgulamadan dönerken intihar etmiş, 2 ay hastanede yatarken, karısının ihtimamı sayesinde kurtulmuştu. Halkın tepkisinden çekinildiği için onu hapse atmıyorlardı. Ama yayımladığı kitaplar toplatılıp imha ediliyordu. Savaş sırasında bomba isabet eden evinde, kıymetli eşyaları ve on bin kadar kitabı heba olmuştu. O sırada kendisi evde değildi ve bomba düşmeden 3 Dakika önce evden çıkmıştı. 1941’den sonra Kazan’a giderek, Peçişi adlı Tatar köyünde oturmuştu. 1942’de Moskova’ya çağırılmış, 28 Haziran 1942 günü de Moskova Otelinde ölüsü bulunmuştu. Resmi açıklamaya göre merdivenlerden çıkarken fenalaşıp düşmüştü. Ama herkesin ortak kanaatine göre Beria’nın adamları tarafından katledilmişti. İki gün sonra Moskova’da defnedilmiş; 1962 yılında da n’aşı Minsk’e getirilerek anıt-mezarına konulmuştu. Şimdi Kozlovski sokağındaki askeri mezarlıkta ebedi uykusundaydı. (DEVAM EDECEK)
Ekleme Tarihi: 11 Ekim 2025 -Cumartesi

BELARUS -1-

BAŞKENTTEN SELAM

 

BELARUS -1-

SSCB    döneminde, bu birlik içerisinde yer alan Cumhuriyetlerin çoğuna gidip görmüş ve gerekli bilgileri edinmiştim. Ama hâlâ görmediğim ve görmeyi çok arzu ettiğim ülkeler vardı. Bunlardan birisi de resmi adıyla “Belarus” olarak adlandırılan ama Türkiye de dahil birçok ülke tarafından “Beyaz Rusya” olarak tanımlanan ülkeyi de gezip görebilmeyi çok istiyordum.

MİNSK

Sovyet Yazarlar Birliği Türkiye masası şefi Vera Borisovna Feonova’nın girişimi ile Belarus seyahatim kesinleşmişti. Uzun süren Orta Asya gezisini tamamlayıp, Moskova’ya gelmiş, bir günlük istirahatten sonra, 25 Ekim 1989 Gecesi, saat 23.20’de Moskova tren istasyonundan, Belarus’a müteveccihen, trenle hareket etmiştim. Lüks bir kompartmanın, yataklı vagonunda rahat bir yolculuktan sonra, 26 Ekim sabahı saat 08.30’da Minsk istasyonuna ulaşmıştım. Tren hiç rötar yapmadan, tam vaktinde gara girmişti. İstasyonda bizi Belarus Yazarlar Birliği’nden Aleksey Gorditski karşılamıştı. Tren istasyonundan Belarus Oteli’ne gidinceye kadar gördüğüm manzara, Avrupa’da olduğum izlenimi veriyordu. Bunu Rehber-Tercümanım Aleksey’e söylediğimde hoşuna gitmiş ve şöyle demişti: “Fransa’da ve bizde Brest kentleri var, buna atfen iki Brest arası, Avrupadır, şeklinde bir deyim vardır”…

Otele ulaşıncaya kadar gördüğüm yeşillikler, gönlümü ferahlatmıştı. Ormanlar ve göllerle dolu olan bu ülke, gerçekten çok güzeldi. Ekim ayının sonuna gelmiş olmamıza rağmen, bahar havası ve ortamı görülüyordu.

Minsk metrosu henüz tek hatlıydı ama genişletme çalışmaları yapılıyordu. Toplu ulaşım için ayrıca tramvay ve otobüsler vardı. 12 km uzunluğundaki Lenin Bulvarı, caddeler, sokaklar tertemizdi. İnsanların sosyal ve ekonomik yaşamlarının, Baltık cumhuriyetlerinden sonra, dördüncü sırada olduğunu söylemişlerdi. TV, saat, buzdolabı vb. gibi eşyanın üretildiği fabrikalar vardı.

O tarihte Belarus nüfusu 10 Milyon dolayında idi ve nüfusun 1,5 Milyonu başkent Minsk’te yaşıyordu. Ülke bütünüyle ovaydı ama çevrede yer yer engebeli arazi de vardı; bir de 560 metre rakımlı tepe vardı ki, tüm SSCB’nde tekti.

Rehberim Aleksey, benim Sovyet Yazarlar Birliği’nin konuğu olarak Belarusa’a gelen 4. Türk olduğumu söylemiş ama benden önce gelen öteki Türkler’in isimlerini hatırlayamamıştı. Gelenlerden yayıncı olan kişinin, ünlü Belarus yazar Vasil Bıkov’un, büyük anayurt savaşını konu alan kitabının Türkçe’ye çevrilerek, Türkiye’de yayınını sağlamış olduğunu söylemişti. Aleksey de nesir yazarı ve eleştirmendi.

Konuk edildiğim Belarus Oteli, Yanka Kupala ve Komünist caddelerinin kesiştiği, Maşerov Meydanında bulunan bir kompleks idi ve “Svisloch” Nehrine egemendi. Bu nehir Minsk’in içerisinden kıvrıla kıvrıla ve “S”ler çizerek, akıp gidiyordu. Nehrin, Belarus başkentini süsleyip, renk kattığı söylenebilirdi. Otelin 546 odasında, 1000 yatak vardı ve içinde bilardo salonu, cafeler, büfeler, restoranlar, pastane, berber, sauna, yüzme havuzu ve 280 kişilik bir de konferans salonu. bulunuyordu.

O tarihe kadar Orta Asya’da gezip gördüğüm kentler içerisinde en modern olanı Belorus idi denilebilir. Zira İkinci Dünya savaşında yerle bir edilen Minsk yeniden inşa edilmişti. Ayrıca buradaki tüm mağazalar tüketim mallarıyla doluydu.

Bir gün Aleksey ile Minsk içerisinde uzun bir gezinti yapmıştık. Otelden çıkıp yaya olarak kent merkezine giderken; 19. Yüzyıldan kalan eski evlerin restore edildiklerini görmüştüm. Bu semte “Troytski” diyorlardı. Aleksey, Minsk’in 900 Yıllık bir tarihinin olduğunu söylemişti. Ama çeşitli savaşlara sahne olduğundan, eskiden pek bir şey kalmamıştı. Kentteki en eski bina, 16. Yüzyıldan kalmıştı. Minsk’in eski adı “Mensk”, yani alış-veriş kenti idi. Beyaz Ruslar, Minsk Denizi adını verdikleri büyükçe bir göl oluşturmuşlardı. Denizi olmayan Belarus’da böylelikle suni bir deniz yaratılmıştı.

Lenin Bulvarı üzerinde yürümüştük. Metro çalışmaları hızla devam ediyordu. Birçok yerde alt geçitler vardı. Yolumuzun üzerinde büyük bir ordu evi binası vardı. Parklar… Görkemli resmi binalar ve mağazalar… Ama ilginç bir şey vardı ki; bütün mağazalar hem cumartesi hem de Pazar günleri kapalıydı. Bunun nedeni, özellikle Baltık cumhuriyetlerinden hafta sonlarında gelerek, mağazalarda ne var ne yoksa satın alıp gitmelerini önlemekti. Ama temel gıda maddesi satan yerler doğal olarak açık tutuluyordu. Belorus’da et, balık, sucuk, süt ve süt ürünleri gibi gıda maddeleri bol ve ucuzdu. Mağazaların hafta sonlarında kapalı tutulması işini önce Baltık cumhuriyetleri başlatmışlar; onlardan aldıkları ilhamla, Beyaz Ruslar da aynı yolu seçmişlerdi. Aleksey’in dediğine göre Baltık cumhuriyetlerinde kendilerinden olmayanlara mal satmazlardı, bunun için de pasaport soruyorlardı?...

Belorus’un en büyük sorunu ekolojikti ve Çernobil faciasının yaydığı tehlike havada, suda ve toprakta halen sürüyordu.

Çevre Gezintisi

Otele yerleşip, Yazarlar Birliği lokalinde yemek yedikten sonra, Yazarlar Birliği’nin tahsis ettiği otomobille yola çıkmıştık. Minsk’ten ayrıldıktan sonra nefis bir doğa manzarası ile karşılaşmıştık. Doğal ve sun’i göller… ormanlar… fabrikalar… tarım alanları. Litvanya’nın başkenti Vilnius istikametinde yol alıyorduk. Sığ ormanlar, Alman işgali sırasında partizanların hareket kabiliyetlerinin genişlemesini sağlamıştı. Aleksey, Beyaz Ruslar’ın sakin insanlar olduklarını söylemişti. Hitler o bölgeyi işgal edince halkı Almanlaştırmak amacıyla okullar açtırmış, asimilasyon planları yaptırmıştı. Ancak bunu başaramadığı gibi, sakin bilinen Beyaz Ruslar’ın yürüttükleri gerilla savaşı karşısında şaşkına dönmüştü. Almanlar, Radoskoviç’e geldiklerinde bir Rus uçağının pilotu, ölümü göze alarak, Alman askerlerinin üzerine pike yapmıştı! Sonra üç pilot daha aynı şeyi yaparak, Alman ordusuna epey zayiat verdirmişti. Bu pilotlardan birisi Nikolay Gastello adlı bir Beyaz Rus’tu.  

Radoskoviç yolumuzun üzerindeydi ve Gastello’nun heykelini ziyaret etmiştik.

Zastavli

Yine yolumuzun üzerinde olan Zastavli kasabasına gelince Aleksey, gerçek bir hikaye anlatmıştı:

“12. Yüzyılda Vladimir Monomah adlı ünlü bir Rus prensi varmış. Bu şahıs önceleri Novgorod kentinin beyi imiş. Belarus’un Polotsk beyinin kızına aşık olmuş ve onunla evlenmek istemiş. Ancak kızın Ortodoks oluşu ve inanç ayrılığı nedeniyle kız Monomah’ın teklifini reddetmiş. Regeniya adlı kızın kendisini reddetmesi üzerine Manomah, savaş ilân ederek, Polotsk’u işgal etmiş; anasının babasının yanında kızın da ırzına geçmiş! Kızla evlenen Manomah daha sonra Kiev beyi olmuş. O arada Rageniya da bir oğlan doğurmuş. Manomah’ın birçok karısı varmış ama daha çok, Rageniya ile yatmak istiyormuş. Rageniya bir gece uyurken, Manomah’ı öldürmek istemiş, ama uyanması üzerine başaramamış. Bir kez de Manomah Rageniya’yı öldürmek isterken, oğlu İzleslav’ın yalvarması üzerine vazgeçmiş; ama ana-oğul ikisini de yanından uzaklaştırıp, küçük bir şato inşa ettirmiş ve oraya kapatmış. Ana ile oğul yaşamlarını bu şatoda sürdürmüşler…”

Öyküde sözü edilen Şatonun bulunduğu Zastavli kasabasının kuruluş öyküsü böyleydi. Öyküde adı geçen Polotsk kenti beyinin de Yefrosinya adlı bir kızı vardı. Bu kız Rus Ortodoks kilisesine rahibe olmuştu. Rus çarlarının çocuklarına öğretmenlik yapan, ünlü şair Semon Polotski de bu kentte doğmuş ve yaşamıştı.

Yanka Kupala

Yola devam etmiştik. Az sonra karşımıza gerçekten muhteşem; önünden ırmak akan, geniş bir bahçeye gelmiştik. 20. Yüzyılın ünlü Belorus klasik şair-yazarı Yanka Kupala buradaki ahşap bir evde dünyaya gelmişti. Vzazınka adlı köydeki bu evi Zabjitski adlı bir derebeyi yaptırmıştı. Ev 1879 Tarihinde Yanka’nın ebeveynleri Dominok Lutçeviç ile karısı Byanıgna tarafından kiralanmış; Yanka da 1882’de bu evde dünyaya gelmişti. Bu mutlu doğum, “Kupala” adlı halk bayramına rastlamış ve bu nedenle şair, adının yanına Kapala’yı eklemişti. Ormancı olan Dominok Lutçeviç, 3 yıl sonra başka bir yere tayin edilmiş ve daha sonra sık sık görev yeri değişmişti. Bir ara Minsk’te de oturmuşlardı. Byanıgna Yanka’dan sonra 6 çocuk daha doğurmuştu. Bunların biri kız, beşi oğlandı. Ne var ki Dominok 1902’de ölmüş, ardından küçük yaşlardaki 3 çocuğu da hayatlarını kaybetmişlerdi.

Yanka önce Lehçe ders almıştı. Çünkü Çar, Belorus dilinin konuşulmasını yasaklamış idi. Zigmund Çakovoş adlı bir bey, Yanka’daki yetenekleri görmüş ve ona kitaplar vermişti. Ünlü Belarus şair Teotka (kadın şairlere öyle deniliyordu) Eloiza Paşkeviç, Yanka’yla yakın ilişki kurmuş ama kadının yaşlı oluşu evlenmelerine engel olmuştu. Yanka şiirinin gelişiminde bu kadının rolünün olduğu söyleniyordu. Yanka ilk şiirini Lehçe yazmıştı. 1905 Devrimiyle Belorus dilinin serbest bırakılmasından sonra, ana diliyle yazmaya başlamıştı. Ancak, illegal yayınlar da vardı ve Yanka “Kuzey-Batı Bölgeleri” adlı gazetede, Belorus dilinde yayınlar da yapmıştı. 1908’de Jaleyka adlı ilk şiir kitabı yayımlanmıştı.

Ev Müzesi, otantik biçimiyle korunuyordu. Evin korunması bir yana, burada gerçek bir etnografya müzesi oluşturulmuştu. Evin kilidinin olmadığını görünce sorduğumda şu yanıtı almıştım: “Bu Belarus insanının karakterinin somut göstergesidir!...”

Kupala Müzesi önünde Yazar Aleksey Gorditski ile

Evin önünde Yanka’nın bir büstü bulunuyordu. Minsk’te ise, kocaman bir heykelini dikmişlerdi. Kimi cadde ve yer adlarına da onun adı verilmişti. Eserleri 80 dile tercüme edilmiş ve her dilden bir şiirinin yer aldığı, bir güldeste yayımlanmıştı. Şiirin Türkçe çevirisini Ataol Behramoğlu yapmıştı.

Daha sonra şairin Minsk’teki görkemli heykelini de dikkatle inceleme fırsatı bulmuştum. Heykelin yanında, hani o hiç açmayan çiçek vardı! Her gün taze çiçekler de konuluyordu. Heykelin arkasında bir havuz ve havuza eğilen iki güzel kız ellerindeki çiçekleri havuza atıyorlardı. Çiçekler, suyun akışıyla kıyıya yanaşırsa, kısmetleri açılacak ve kısa zamanda evleneceklerdi!...

Hükümet 1944 Yılında “Yanka Kupala Müzesi” kurmuştu. Ancak iki katlı bina inşaatından sonra, asıl müze 1960 yılında oluşmuştu.

Yanka, fazla öğrenim yapmamış, kendi kendini yetiştirmişti. Etkisinde kaldığı önemli kişilerden birisi,  Polonya’nın milli şairi ve devlet adamı Adam Miskievicz idi.  20 yaşından itibaren köylerde öğretmenlik, mahkemede zabıt katipliği, şarap fabrikasında işçilik yapmıştı. 1908’den itibaren yazdığı yazılar ve şiirler Moskova yönetimine karşıydı. Önce Çarlık, sonra komünizm rejimine hep muhalefet etmişti. Bu nedenle de hakkında soruşturmalar ve davalar açılıyordu. “Kim geliyor” adlı şiiri Maksim Gorki tarafından Rusça’ya çevrilmiş ve bestelenmişti. Bu beste 1917 Devriminden önce, Beyaz Ruslar’ın illegal milli marşı haline gelmişti.

1908’de Vilnius, Belarus kültürünün merkezi idi. İlk Belorus tiyatrosu orada açılmış; birçok Beyaz Rus yazarı orada buluşmuşlardı. Yanka Kupala da bir yıl Vilnius’ta kaldıktan sonra 1909’de Petersburg’a gitmiş ve 4 yıl da orada yaşamıştı. 1913’de Vilnius’a dönmüş ve 1915’e kadar orada kalmıştı. Vilnius’ta Belarusça yayımlanan “Tarlamız” adlı gazetenin yönetmenliğini yapmış, gazetenin kapatılmasından sonra Moskova’ya gitmişti. 33 Yaşında Halk Üniversitesi’ne girmiş, o arada 1916 yılında Vladislava Stankiyeviç ile evlenmişti. Halk üniversitesine devam edememiş ve askere alınmıştı.

Kupala halk kültüründen yararlanarak, hikayeler, şiirler, piyesler yazıyor ve ülke çapında ünü artıyordu. Genç yazar ve şairleri de yüreklendirip, destekliyordu. Belarus İlimler Akademisinin kurucuları arasında yer almış; Belarus gramerinin belirlenmesinde söz sahibi olmuştu. Ama onun milliyetçi tutumu, sık sık sorgulanmasına yol açıyordu. 1930’da yine böyle bir sorgulamadan dönerken intihar etmiş, 2 ay hastanede yatarken, karısının ihtimamı sayesinde kurtulmuştu. Halkın tepkisinden çekinildiği için onu hapse atmıyorlardı. Ama yayımladığı kitaplar toplatılıp imha ediliyordu.

Savaş sırasında bomba isabet eden evinde, kıymetli eşyaları ve on bin kadar kitabı heba olmuştu. O sırada kendisi evde değildi ve bomba düşmeden 3 Dakika önce evden çıkmıştı. 1941’den sonra Kazan’a giderek, Peçişi adlı Tatar köyünde oturmuştu. 1942’de Moskova’ya çağırılmış, 28 Haziran 1942 günü de Moskova Otelinde ölüsü bulunmuştu. Resmi açıklamaya göre merdivenlerden çıkarken fenalaşıp düşmüştü. Ama herkesin ortak kanaatine göre Beria’nın adamları tarafından katledilmişti. İki gün sonra Moskova’da defnedilmiş; 1962 yılında da n’aşı Minsk’e getirilerek anıt-mezarına konulmuştu. Şimdi Kozlovski sokağındaki askeri mezarlıkta ebedi uykusundaydı.

(DEVAM EDECEK)

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve silifkesesimiz.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
https://jazziraes.com/ https://bramblesva.com/ https://seattledogresort.com/ https://bestlifecoachcollective.com/