Pencere’mdeyim
Sanatta Yola Çıkışımın 60. Yılını Bitirdim
61. yılıma yol alırken; ünlü eleştirmen Mehmet Ergüven’ in 1989 “Sanat Çevresi” dergisinin mart ayı sayısı için kaleme aldığı yazısına köşemde yer vermek istedim.
Sanat yıllarım yollarım olsun.
-------------------------------
SANAT ÇEVRESİ (Mart 1989) /Mehmet ERGÜVEN
Emine İLKKUTLU İZDAR Üzerine
Şu veya bu nedenle sanatçılar arasındaki benzerliklerden yola çıkarak karşılaştırma yapmanın ne denli ilkel bir eleştiri yöntemi olduğunu bilmiyor değilim. Ancak, kimi zaman öylesine şaşırtıcı benzerliklere tanık oluyoruz ki sorunu salt öykünmeye indirgeyerek açıklamanın anlamı kalmıyor artık: çünkü, özgün karşısında kopya değil, düpedüz aynı-noktada-buluşma olgusu ile karşı karşıya kalıyoruz burada.
Emine (İlkkutlu) İzdar’ın çeyrek yüzyılı aşan resim tutkusu, kendi sanatçı kimliğinin ötesinde, öncelikle bir başka soruna ışık tutması bakımından önem taşıyor bizim için.

Bilmeyen yok: zaman etmeniyle bütünleşen amatör heyecan belli bir süre sonra katmerleşen açmazları bağışlanabilir seçeneğe dönüştürüyor sonuçta. Bir başka deyişle, yinelenen yetersizlik daha fazla büyüme olanağını yitirdiği andan itibaren kendisini kemirmeye başlıyor bu süreçte. Sahiciliğini, kendi yıkımını hazırlayan şeye borçlanmış bir resim var önümüzde; çiviyi söken çivi!
Bilindiği üzere, içtenliğe güvenen amatör ressamların hemen hepsi daima figüratif resimle hesaplaşmayı seçer; figür, nedenli yetkin çözümlenirse, o ölçüde gizlenen bir ürkekliğin, bir “ben de yapabilirim” in ifadesine dönüşür bu gibilerde. İzdar, sezgiyle vardığı yerde bu tuzağa düşmüyor. Dolayısıyla, herhangi bir şeyi kanıtlamak için yönelmediği figür, sınırlı da olsa, giderek araç olabiliyor onun çalışmalarında.
Bir uçta (mekan) Lyonel Feninger, öte tarafta (insan gövdesi) ise Oscar Schlemmer ile buluşuyor İzdar. Onlara özendiğini sanmıyorum; Türkiye’de çok sınırlı bir kesim dışında, pek adı geçmeyen bu sanatçıları tanıdığınd.an bile kuşkuluyum çünkü. Peki nasıl oluyor bu? Yalnızca mutlu bir rastlantı ile açıklayabilir miyiz bu beraberliği?

Bana kalırsa, İzdar’ ın üretim pratiği (kolaylığı) ile ilgili ve aşağı yukarı tüm yapıtlarında gizliden gizliye varlığını sürdüren bir şemadan yola çıkmak gerekiyor. Dikkat edilirse. Figürlerin yerleştiği tuval yüzeyi kırık daha doğrusu kesişen çizgilerin oluşturduğu bir zeminle örtüşmüş durumda, biçimin varoluş değil somut varlık sınırını belirleyen bir ağ gibi sanki. Öte yandan kesişen çizgilerin arasında bulunan bu biçimlerin temsil ettiği nesneye göre gövdede iç ve dış bükey, mekanda ise yüzeyselliği koruyacak biçimde aynı renkteki tonlu geçişle verilmesi bu ortak paydada başrolü oynuyor elbette.
İzdar’ın bunca uzun çalışma ve sabırla vardığı yer sonuçlarına katlanabileceği bir atılımın çıkış noktası olarak kaldığı için üzücü gibi görünmesine karşın aslında öyle değil; çünkü başka türlü bedelini ödemesi çok güç olan bir özlemin peşinde.

Bu bağlamda özellikle altı çizilmesi gereken bir başka nokta ise şu; İzdar’ın sezgiden yola çıkarak buluştuğu bu sanatçılar ile kurduğu ilişki yalnızca görünüşte; benzerlik, kendisiyle gireceği diyolog ya da hesaplaşma için rastlantıyı aşmayan bir vesile; söz konusu sanatçılardan hareketle kendi deyişini yakalamaya yönelik bir çalıntı araç değil.
Bunun en çarpıcı örneğine gölgesiz ışıkta tanık oluyoruz. İzdar’ın figürleri dışarıdan gelen belli bir ışığa göre aydınlanmıyor; rengin çoğu kez beyazla sağlanan açık -koyu dengesine göre oylumlanma sürecinde bu sorun kendiliğinden çözümlenmiş oluyor zaten; yani model için gerekli olan işlem sonucunda ışık devreden çıkmış oluyor artık. Besbelli; figürün, kesişen çizgilerden arda kalan bölümlerdeki oylumlanmış parçalar ile kotarılması, bir sorun olarak yeterince meşgül ediyor İzdar’ı. Ne var ki düzenlemeye ilişkin kaygıların ve tuzakların gündeme geldiği bu aşamada sanatçıyı bekleyen en büyük tehlike belli bir kolaylık (rahatlık?) kazanmış olmasına karşın renkler arasındaki dengeden boyanın dokusu ve dolayısıyla sürülüşüne kadar hala teknik düzeyde çıkıyor karşımıza. Ancak tarih sırası dikkate alındığında ısrarla bu sorunun üzerine gittiği belli olan İzdar’ın sürekli ve hissedilir bir yetkinleşme çabası içinde olduğu gözden kaçmıyor.

İzdar’ın kayda değer bir başka özelliği de benimsediği tavırda biçim -aşırılıklartan kaçınıp zorlansa bile resmin gereklerini hiçbir zaman ucuz ve parlak etkilerin albenisine tercih etmeyen tutarlı tavrında yatıyor hiç kuşkusuz. Örneğin günahtan cinselliğe kadar birçok çağrışıma açık elma motifi sık sık karşımıza çıkıp kah kalça kah erbezine gönderme yapmasına rağmen kesinlikle pornografinin tuzağına düşmeksizin ince ve derinden bir erotizmle bütünleşiyor.
Aynı tavır, özellikle temel elemanlarına indirgenmiş gövdenin geometrik parçalarında da geçerli; savunamayacağı bir modernizmin peşine takılıp kalmaktansa inandığı kadarına razı olup düzenlemeye ilişkin sürece bu sınırlar içinde müdahaleyi çok daha yakın buluyor kendisine.
İzdar ülkemizde kendisiyle aynı konumu paylaşan sanatçılardan pek farklı değil belki ama bir noktada ayrılıyor onlardan; el yordamıyla yakaladığı doğruları yılmadan resmin organik bir parçası durumuna getirebilmiş; zaten bu doğruyu başka bir yer de bulması da pek mümkün değil; çünkü resimden başka bir şey yok yaşamında.
