SİLİFKE’NİN TRAFİK KÜLTÜRÜ
Trafik uyarı levhalarını önemsemeyen bir toplumuz. Son günlerde Silifke trafiğinde bazı sürücülerce sebep olunan karışıklık bu kanaatimizi güçlendiriyor.
Malumunuz, Silifke’de şehir içi trafiğinde son aylarda bazı yeni düzenlemeler yapıldı. Örneğin Menderes Caddesi (kuyumcular ile bir kısım banka şubelerinin olduğu cadde) gibi yoğun caddelerde “tek yön” uygulamasına geçildi. Bize göre geç kalınan ve çoktandır atılması gereken olumlu adımlar bunlar. Dileriz devamı gelir ve artık son yıllarda tam anlamıyla “keşmekeş” yaşanan Silifke trafiği önemli ölçüde rahatlar.
Ancak gözlemlediğimiz kadarıyla bazı sürücüler trafikte “alışkanlıkları doğrultusunda” hareket etmekte ısrar ediyorlar. Yeterli trafik uyarı levhaları olmasına rağmen bazı sürücüler “girilmez” denilen cadde ve sokaklara ters yönden girmeye “eski sistem” devam ediyorlar. Bu levhaları umursayan kim? Geçenlerde trafik polisleri ters yönden gelen araçların fotoğraflarını çektikten sonra araçları durdurup cezai işlem uyguluyorlardı. Çoğu sürücü tepki gösterdi; caddede tek yön uygulamasına geçildiğini bilmediklerini, uyarı levhalarını da görmediklerini dile getirdiler. Öyle zannediyorum ki, bir nevi “kör göze parmak” durumu gerekiyor bazı sürücüler için.
İnönü Caddesi ile Menderes Caddesinin kesiştiği yerde (Belediyenin eski hizmet binasının olduğu köşede) uyarı levhalarına rağmen sağa dönüş yasağına aldırmayan sürücüler için geçişe engel olmak amacıyla geçenlerde üçgen bir refüj yaptı görevliler. Ona rağmen geçen cuma günü bir sürücünün o üçgenin sivri kısmından sağa dönüş yapmaya çalıştığına ve “girilmez” denilen caddeye ters yönden girmeye çalıştığına hayretle şahit oldum.
Bu öyle bir umursamazlıktır ki hepimizin bilmesi gereken ve uymakla yükümlü olduğumuz “genel trafik kuralları” bile yok sayılabiliyor maalesef: Örneğin Silifke’de “park yapılamaz” levhasının bulunduğu yerlere araçlar sanki özellikle park ediliyor, engelli araçları için ayrılan özel alanlara normal araçların park etmesi yasakken bu yasağın göz ardı edildiği de oluyor. Yayaların kullanımında olması gereken kaldırımların tam üstüne araçların park edildiğini de görüyoruz zaman zaman. Yaya geçidine adımını attığı anda yayalara yol vermesi gerekirken “Yol benim,” deyip tam gaz devam eden araç sürücülerine de rastlıyoruz. Kimi zaman duyarlı bir araç sürücüsü yaya geçidinde durduğunda arkadaki araçların kornalara basarak onu taciz ettiğine de şahit oluyoruz.
Bir keresinde, Silifke trafiğinde seyir halinde iken şeridim üzerindeki bir aracın dörtlü ışıkları yanar vaziyette durduğunu gördüm. Belli ki sürücüsü yol üstündeki bir dükkandan bir şey almak için “iki dakikalığına” yolun ortasına park etmekte bir sakınca görmemişti aracını. Ve benim yoluma devam edebilmem için karşı şeride geçmem ve oradan ilerlemem gerekiyordu. “Bu ne rahatlık,” diye tepki göstermiştim haliyle. Yanımdaki arkadaşım, “Unutma, Türkiye’de dörtlülerini yakıp aracını durdurduğun yer -her neresi olursa olsun- senin park yerindir.” demişti. Arkadaşımın bu sosyolojik tespitine üzülerek hak vermek zorunda kalmıştım.
Bizim toplumda kurallara riayet etmek meselesi baştan beri sorunlu bir alan. Kendini trafik kurallarının üstünde gören sürücü alışkanlıklarına sahip bir ülkeyiz. Bu durum elbette ki bir “kültür meselesi”. Ve bu da -öyle anlaşılıyor ki- sonradan edinilebilen bir şey değil. Belki çok eskilerden, aileden, sosyal çevreden ve okuldan başlamalı bazı şeyler. Saygıyı, nezaketi, empati duygusunu önemsemeyen ve öyle yetişen bireylerin olduğu bir toplumda ne yazık ki “kurallar” pek de etkili olamıyor. Dileyelim ki, günümüz aileleri ve okullar saygıyı ve nezaketi kişiliğinin vazgeçilmez bir parçası kabul eden ve empati duygusu gelişmiş bireyler yetiştirsinler. Trafikte ve hayatın diğer alanlarında standartlara ulaşabilmek ancak bu şekilde mümkün olabilir.
