PARA, DİNİN YENİ ADI MI?
Kapitalizme eleştirel bir bakış…
Kapitalizm öyle bir düzen kurdu ki, artık hayatımızı yalnızca yönetmiyor; inançlarımızı, değerlerimizi, vicdanımızı bile şekillendiriyor. Sanki görünmez bir tapınakta yaşıyoruz.
Bankalar minareler gibi yükseliyor şehirlerin ortasında…
Bankacılar ise din adamları misali; kurtuluşumuzun anahtarını onlarda sanıyoruz.
Para yatırdığımızda huzur buluyor, borçlandığımızda günahkâr hissediyoruz.
Zenginlik cennet, fakirlik cehennem sayılıyor bu düzende.
Zengin olan kutsal, fakir olan mahcup.
Zenginlerin başarı hikâyeleri alkışlanıyor, fakirin mücadelesi görmezden geliniyor.
Mülkiyet dokunulmaz, para tapılası bir varlık.
İnsanı insan yapan ise çoğu zaman yalnızca banka hesaplarının rakamı.
Bu düzenin ilginç tarafı şu:
Herkes mutluluğu satın almaya çalışıyor, ama kimse mutlu değil.
Her gün daha çok kazanmak için koşuyoruz, fakat koşarken sevdiklerimizi, sağlığımızı, ruhumuzu düşürüyoruz yollara.
Çünkü sistem bize şunu fısıldıyor:
“Durursan düşersin. Kazanamazsan yoksun olursun. Sahip değilsen değerin yoktur.”
Peki, başka bir yol mümkün mü?
Elbette. Para kötü değil, ancak tanrılaştırılması yıkıcı.
İnsan, sermayeden önce gelir. Emek, kar’dan değerlidir.
Üretim yalnızca para için değil, yaşamı güzelleştirmek için yapıldığında toplum güçlenir.
Bu düzende kaybolmamak için tavsiyeler:
*Parayı amaç değil, araç olarak gör.
*Birikim yap ama biriktirdiğin paradan daha önemli olan, biriktirdiğin tecrübe ve insanlıktır.
*Başkalarının başarısıyla kıyaslama; kendi yoluna odaklan.
*Fakiri hor görme, güçlü olan paylaşmayı bilendir.
*Kazanırken hayatı kaçırma. Sevgi, dostluk, huzur banka kasasında durmaz.
Belki düzeni bir anda değiştiremeyiz, fakat kendimizi değiştirebiliriz.
Kapitalizmin kestiği kalıba sığmak zorunda değiliz.
Belki de asıl zenginlik, cebimizde değil; kalbimizde taşıdıklarımızdadır.
Sorum şu:
Para mı bizi yönetmeli, yoksa biz parayı mı?
