BAŞKENTTEN SELAM
KIZILELMA
"Kızılelma", MÖ 200'den itibaren tarih sahnesine çıkan Türklerin dünyaya hâkim olma ideallerinin, cihan hâkimiyeti mefkûrelerinin sembolüdür. Bu sembolün, Türk tarihinin hangi döneminde ortaya çıktığı konusu saptanabilmiş değildir. Osmanlılarla birlikte pek çok Türkçe metinde bu kavrama rastlanmaktadır.
Saltukname'den Evliya Çelebi'ye, masallardan ozanların deyişlerine kadar kültürümüzün bir parçası haline gelen “Kızılelma", modern dönemlere gelindiğinde, Türk şair ve yazarlar tarafından, yeniden edebiyatın bir kavramı, bir sembolü olarak kullanılmaktadır. Yeni Türk Edebiyatı döneminde “Kızılelma”yla ilgili birçok, yapıt ortaya konulmuştur.
“Kızılelma” kavramı, büyük ideolog ve Türk milliyetçisi Ziya Gökalp'ın 1913 yılında yayımladığı "Kızılelma" adlı uzun şiiriyle daha çok konuşulmaya ve tartışılmaya başlamıştır. Artık Osmanlı'nın cihan hâkimiyeti ideali olmak yerine, dünya Türklerinin hayatın bütün alanlarında en yüksek noktaya ulaşmaları, birleşmeleri, “Türklerin bir araya gelerek kuracakları, yüzyıllardır özlemini çektikleri Turan ülkesi” anlamlarında kullanılmıştır.
Gökalp, şiirinde, “Kızılelma'”ın muhayyel bir yer olduğunu vurgulamış, belli bir coğrafyaya, belli bir bölgeye işaret etmemiştir. Gökalp'ı takip eden ve 1914 yılında Muhterem Katil adlı piyesinde “Kızılelma” idealini dile getiren bir şiire yer veren Aka Gündüz, bu sembolü Türklerin güç birliği ederek Turan'a ulaşmaları idealiyle bütünleştirir ki, bu yaklaşımın Gökalp'tan bir farkı yoktur. Ancak “Kızılelma”sının, hayali değil somut oluşuyla dikkati çekmiştir.
Türkçülük anlayışını “Dünyadaki bütün Türklerin tek bir devlet halinde, tek bir bayrak altında her sahada bütün milletlerden ileri ve hepsinden üstün olmaları düşüncesi…” şeklinde izah eden Nihal Atsız'ın şiirlerinde geçen “Kızılelma” kavramı da, yazarın Türkçülük anlayışına yüklediği anlamı içermektedir. Dolayısıyla Nihal Atsız da, Aka Gündüz gibi, “Kızılelma”sını somutlaştırmaktadır. Ancak temelde, Türklerin birliği, bütünlüğü ve kurtuluşunu istemeleri bakımından her iki şair de aynı çizgide birleşirler.
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Dilaver Cebeci ve diğer milliyetçi şairler, Gökalp ve Atsız’ın düşüncelerine ters düşmeseler de temelde “Kızılelma” sembolüne Gökalp'ın yüklediği Türk birliği, Türkün yükselişi, kurtuluşu ana düşüncesini eserlerinde devam ettirirler.
Yahya Kemal'in iki şiirinde geçen “Kızılelma” ise, geleneksel dönemlerde Osmanlı'da kabul görmüş olan “Kızılelma” anlayışının yeniden canlandırılması olarak anlaşılmalıdır. Şiirde, Fatih Sultan Mehmet'in sadrazamı olan Gedik Ahmet Paşa'nın Otranto'yu fethinden bahsedildiğine göre, Osmanlı dönemindeki Kızılelma anlayışının işlendiği anlaşılmaktadır. Aynı şekilde Niyazi Yıldırım'ın da geleneksel anlayışa bağlı bir “Kızılelma” sembolünü şiirleştirdiği dizelerine rastlanmaktadır.
Yeni Türk Edebiyatı'nda, Ömer Seyfettin, Ragıp Şevki Yeşim, Mim Kemal Öke, Halil Delice vb. gibi yazarların öykü ya da romanlarında Kızılelma sembolleri görülmektedir. Bu yazarların anlattıkları hikayeler, Osmanlı döneminde geçmektedir. Dolayısıyla ikisinde de, “Kızılelma”nın, Osmanlı'nın Batı şehirlerini keşfetmesi, "İla-yı kelimetullah"ı yayması, Osmanlı'nın cihan hâkimiyeti ideali biçiminde görülmesi ve gösterilmesi anlaşılır bir durumdur. Ömer Seyfettin’in öyküsünde “Kızılelma”, padişahın ayağının, basmak istediği herhangi bir yer olarak çizilirken, Ragıp Şevki Yeşim, romanında Roma’yı ve Saint Pierre Kilisesi’ni işlemektedir. Böylelikle Yahya Kemal’in şiiri ile paralellik arz eder.
Halil Delice’nin romanında, Bütün Avrupa şehirleri ve hatta Rusya “Kızılelma” olarak görülür. Ayrıca bu eserde geleneksel Kızılelma anlayışı hâkim ise de, ilaveten, “Kızılelma”, “ruh ve nefs terbiyesi”ni, edebi güzelliği, iki cihan saadetine ulaşma ümidini içermekte, bir başka deyişle İslam tasavvufunun insanı getirmek istediği noktayla özdeşleşmektedir. Bu makalede anılan pek çok eserde nasıl ki “Kızılelma” Osmanlı'nın ya da Türk milletinin yükselişini, kurtuluşunu hedeflemişse, Halil Delice’nin de eserinde, geleneksel “Kızılelma” anlayışıyla birlikte, bireysel bir kurtuluştan ve yükselişten bahsettiği görülmektedir.
Mim Kemal Öke'nin romanı İstanbul’un işgali senelerinde geçer. Eserde Kızılelma’nın çok fazla üzerinde durulmamış olsa da, 1919'dan sonra gerçekleşen Malta Sürgünü'nü ve özellikle Ziya Gökalp'ı odaklayan bir eser olması nedeniyle, Türk birliği, Turan ideali çerçevesinde kaleme alınmış olduğunu söylemek mümkündür. 1913'te ünlü “Kızılelma” şiirini yazıp büyük ideallerin peşine düşen Gökalp, 1919'da hayallerinden çok uzaklardadır. Roman bu trajik duruma dikkat çekmek ister. Eski çağlardan beri edebiyatımızın önemli bir motifi olan “Kızılelma”nın, modern dönemlerde de, milletimizin tecrübe ettiği kimi olayların, atlattığı kimi badirelerin tesiriyle anlamını zenginleştirerek, değiştirerek edebiyatın bir malzemesi olmaya devam ettiği görülmektedir.
Bu konuda en uzun ve etkili yazıları kaleme alanların başında Büyük Şair Orhan Şaik Gökyay gelmektedir. Onun 2018 yılında yayımlanan Kızıl Elma adlı eseri, her Türk’ün elinde bulunması gereken temel eserlerden biridir. Bu eser Salih Akın’ın, Gökyay Hoca’nın eserlerinden yaptığı bir seçme olup, Yeditepe Yayınıdır.
Orhan Şaik Gökyay’ın aktardığı bilgilere göre Topkapı Sarayı Müzesi kütüphanesinde bulunan Farsça Selim Han Şeh-nâmesinde elmanın bir cihan hakimiyeti sembolü olduğu görülmektedir. Bir diğer örnek ise, yine Topkapı Sarayı Müzesi kütüphanesinde Bağdat kitapları arasında yer alan Osmanlı padişahları albümünde Çelebi Mehmed ile Sultan III. Murad’a kadar 8 padişahın resimleri vardır. Bu 8 padişahın yedisinin ellerinde elmalar vardır. Fatih Sultan Mehmed, II. Bayezıd ve II. Selim bu elmaları sol ellerinde diğer dört padişah ise sağ ellerinde tutmaktadır. Yavuz Sultan Selim’in ise iki elinde de birer elma bulunmaktadır. Selim’in iki elma tutmasının anlamı ise “Bu dünya bir padişaha yetecek kadar büyük değil” demekmiş. İşte Orhan Şaik’in bu saptamaları onun Osmanlı Türklerinde de Kızıl Elma’nın hakimiyet sembolü olarak kabul edilebileceği şeklinde yorumlamasına neden olmuştur.

Orhan Şaik ve Osman Attila ile
Fatih Sultan Mehmed döneminden Sultan III. Selim’e kadar uzayan süreçte Türk askerlerinin dilinden Kızıl Elma’yı düşürmediklerini söyleyen Orhan Şaik Gökyay, bunu askerlerin söylediği varsayılan şu sözlere bağlıyor; “Padişahım, biz senin uğruna tâ Kaf Dağı’nın ötesine Kızıl Elma’ya dek varırız.”
Orhan Şaik Gökyay “Kızılelma” adlandırdığı şehirleri İstanbul, Roma, Viyana, Budin, Köln, İstolni Belgrad ve Estergon Kalesi olarak belirlemiştir.
Dini inanışlara göre de konuyu ele alan Gökyay, özellikle Alevi-Bektaşi geleneğinde de Kızıl Elma’nın büyük bir yer tuttuğunu belirtiyor. Buna Pir Sultan Abdal’ın bir şiirinden de örnek vererek gösteriyor.
Ben, 1970’li yıllardan başlayarak, vefatına kadar, Orhan Şaik Gökyay Hoca’nın yakınında ve yanında bulunmuş olan mutlu kişilerden biriyim. Defalarca onunla sohbet edebilme, kendi sesinden, şiirlerini dinleyebilme şansını elde etmiş olmanın mutluluğu ve kıvancı, hayatımın en önemli kazanımlarından biridir. Özellikle birkaç kez kendi sesinden dinlediğim “Bu Vatan Kimin” şiiri çoğu zaman beni iliklerime kadar titretmiştir. Buyurun siz de bir kez daha bu muhteşem şiiri okuyunuz:
BU VATAN KİMİN
Bu vatan toprağın kara bağrında
Sıradağlar gibi duranlarındır,
Bir tarih boyunca onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir.
Tutuşup kül olan ocaklarından,
Şahlanıp köpüren ırmaklarından,
Hudutta gaza bayraklarından
Alnına ışıklar vuranlarındır.
Ardına bakmadan yollara düşen,
Şimşek gibi çakan, sel gibi coşan,
Huduttan hududa yol bulup koşan,
Cepheden cepheyi soranlarındır.
İleri atılıp sellercesine
Göğsünden vurulup tam ercesine,
Bir gül bahçesine girercesine
Şu kara toprağa girenlerindir.
Tarihin dilinden düşmez bu destan,
Nehirler gazidir, dağlar kahraman,
Her taşı yakut olan bu vatan
Can verme sırrına erenlerindir.
Gökyay'ım ne yazsan ziyade değil,
Bu sevgi bir kuru ifade değil,
Sencileyin hasmı rüyada değil,
Topun namlusundan görenlerindir.
