BAŞKENTTEN SELAM
KIRGIZİSTAN-4-
Tölömüş Okayev Ve Kırgız Sineması
16 Eylül 1988 Tarihinde tanışıp bir süre sohbet ettiğim Rosa Otunbayeva gibi, aynı gün tanıştığım bir önemli şahsiyet de Tölömüş Okayev idi. Tölömüş bey, daha önce Cengiz Aytmatov’un başkanlığını yaptığı ”Sinema Sanatçıları Birliği’nin” o tarihteki başkanı idi. Yaptığım ziyarette Tölömüş’ün yanında rejisör Genadi Bazarov ile Birlik sekreteri Aleksander Lorotenka vardı. Tölömüş de, ülke çapında ünlü bir rejisör ve senaristti. O yıl Nances film festivaline gitmiş, orada “Anayurt Oteli” adlı filmimizi de seyretmişti. Esasen Türkan Şoray, Kadir İnanır, Yılmaz Duru gibi sanatçılarımızla da tanışmış olduğundan Türk sineması hakkında bilgi sahibiydi. Verilen bilgiye göre Birliğin 117 üyesi vardı. Sinema sektöründe çalışanların sayısı ile 600 idi. Ülkede yılda 30’a yakın belgesel, 3-4 tane de konulu film yapılıyordu. Çocuk filmleri üzerinde çalışanlar da vardı. Cengiz Han’la ilgili 6 dizilik bir film planlıyorlardı. Filmde Manas Destanı’na da yer verilecek ve proje SSCB-ABD ortak yapımı olarak gerçekleşecekti. Bizim “Sabah” film şirketi Tölömüş Okayev’in “Kurt” adlı bir filmini satın almıştı. Sinemacılar Birliği başkanı bana iki tane de belgesel film seyrettirmişti. Bunlardan birisi “Manasçı” adlı bir yapımdı. Bu filmin kahramanı, ünlü Manasçı Bolat Şamsiyev idi ve çekim, onun sağlığında yapılmıştı. Bolat, Manas’ı anlatırken kendi kendine birkaç melodi yaratıyor ve destanın o andaki konusuna göre el-kol işaretleri yapıyordu.. Bu filmin rejesörü Sayakbay Karalayev, filmin son kısmını bizimle birlikte seyretmişti.
İkinci film ise, “Bakay’ın Yaylası” adını taşıyan bir Tölömüş Okayev yapımıydı. Bakay adlı göçebe bir insanın hayatını konu alan filmin eğitici yanı vardı ve gerçekten çok güzeldi. Ayrıca filmin folklor ve etnografya bakımından önemi de bulunuyordu.

Tölömüş Okayev’le, Sinemacılar Birliği’ndeki mekânında
Kırgızistan sinemacılarından Bolat Şamsiyev, aktrist Tatlıgül, Dursunbayeva, aktör Cumadılop Sovetbek ve Çokmoroz Süymankul, SSCB çapında ünlü olan sanatçılardı.
Tölömüş Okayev’le, Sinemacılar Birliği’nde yaptığımız görüşmeden sonra, Moskova yolculuğunda bir kez daha karşılaştık. Ama o karşılaşma son değildi, çünkü bu değerli kültür adamı bağımsızlıktan sonra, Kırgızistan’ın Ankara Büyükelçisi olarak ülkemize gelmişti. Öğrenir öğrenmez, Büyükelçiliğe giderek kendisini kutlamış ve samimi bir görüşme yapmıştım.
İlişkilerimizin boyutu giderek daha da artmıştı. Başkanlığını yaptığım Folklor (Halk Kültürü) Araştırmaları Kurumu olarak 1995’de İznik’te, Kaymakamlıkla birlikte düzenlediğimiz II.Uluslararası Türk Dünyası Kültür ve Turizm Sempozyumu ve sanat etkinliklerine, Kırgızistan büyükelçiliğini de katarak, birlikte geniş kapsamlı ve gerçekten görkemli bir şölen gerçekleştirmiştik.
İznik’te Kırgızlar türbesi adıyla bir mekân vardı. Bu mekândan hareketle düzenlediğimiz etkinlik için, Kırgızistan’dan çok sayıda sanat ve kültür adamı gelmişti. Düzenlediğimiz sempozyumun açılışında konuşan Okayev, törende bana Kırgız giysileri giydirmiş ve hakkımda, sitayişkâr sözler sarfetmişti. Uzun süre ülkemizde görev yapan bu değerli sanatçı büyükelçi, bu görevden ayrılıp ülkesine döndükten kısa bir süre sonra vefat etmişti.

Tölömüş Okayev’le İznik’te düzenlediğimiz etkinlikte
Kırgızistan’ın Başarıları
Kırgızistan’ın ekonomik ve kültürel başarıları sergisi, Furunze’de ziyaret ettiğim mekanlardan birisiydi. Çongarık mahallesindeki bu müzeyi bizden evvel gelip gezen yeni evli bir çift (hatta gelinlikle) dikkatimi çekmişti. Öğrenmiştim ki, bu Kırgızistan’da oluşan bir başka gelenekti. Nitekim, müzeden çıkmadan, böyle 5-6 çiftin daha gelmeleri, şaşkınlığımı arttırmıştı.
Sergiyi, Saltanat Mambayeva adlı bir kadının rehberliğinde gezmiştik. Onun söylediğine göre Kırgızistan’da bol maden suyu vardı. Narın Nehri de Volga Nehri’nden daha çok su taşıyordu.
Cıva üretimi, SSCB’nde birinci sıradaydı. Kömür, granit, mermer vb.gibi yer altı kaynaklarına sahip olan Kırgızistan bu ürünleri ihraç ediyordu. Halen yeraltında 35 bin metreküp mermer olup, bu ürünün en çok alıcısı İtalya idi. Sergide daha başka küçük sanayi ürünleri de bulunuyordu.
Narın ırmağı üzerinde “Toktogul” adlı büyük bir baraj inşa edilmişti. 1974 Yılında faaliyete geçen bu barajın beslediği hidroelektrik santralının ürettiği yıllık 1 milyon kilovat elektrik Kırgızistan’dan başka Özbekistan, Tacikistan ve Kazakistan’a da veriliyordu. Saltanat’ın söylediğine göre ülkede böyle 4 tane enerji santralı vardı.
Issık Göl, Kırgızistan’ın her şeyidir denilebilir. Bu nedenle bu göle Kırgızlar, gözleri gibi bakıyorlar. Ne var ki son yıllarda Aral Denizi (Gölü) gibi, Issık Göl’ün de suyu çekiliyor! Yapılan araştırmalardan anlaşılmıştır ki, göl suyunda bulunan % 6 oranındaki tuz, suyun çekilmesine neden olmaktadır?...
Issık Göl’ün eni 62 Km., uzunluğu ise 176 Km.dir. En derin yeri 702 Metre olup, bu yönüyle Baykal Gölü’nden sonra, ikinci sırada bulunmaktadır. Gölde balık da bulunmaktadır. Gölün çevresindeki yerleşim birimleri içerisinde en ünlüsü “Çolpan Ata” turistik tesisleridir. Ülkede bu adı taşıyan bir şehir vardır.
Bir tarım ülkesi olan Kırgızistan’da, hemen hemen her şey yetişiyor. Devlet de tarımı destekliyor ve bu hususta, radyo-televizyonda sürekli yayınlar yapılıyor. Hayvancılık da bir hayli gelişmiş durumda. Örneğin kürk hayvanlarının üretildiği 46 çiftlik var. Dolayısıyla gıda maddeleriyle birlikte tekstil ürünleri de ülke dışından alıcı buluyor. Arça ormanları, dünyada birinci sırada imiş. Dağlarda 83 tür yabani hayvan yaşıyormuş. Ülkedeki 400 tür kanatlı hayvanın çoğu kuş imiş; 50 tür de balık varmış. Kırgızistan’ın Başarıları Sergisi 74 hektarlık bir alının içerisinde bulunuyor. 1974’de yeni bina açılmış ve ana binanın dışında birkaç bina daha var. Sergideki 12 pavyonda 400 kişi görev yapıyormuş.
Taş Döbe Köyü
Bir ara, Furunze’ye 4-5 Km.mesafedeki “Töş Döbe” köyüne gitmiştik. Köyün kitap mağazası ilgimi çekmişti. Zira tarım ve hayvancılıkla meşgul olan insanların kitap okumaları, hele hele para vererek kitap satın almaları son derece ilginçti. Gerçi, başkente yakın olan köyde yaşayan insanların hayat standartları, öteki köylerden daha farklıydı ama, yine de bir köydü… Köyde bir cafe vardı ve burada şaşlık, mantı gibi yiyecekler de bulunuyordu.
Ala Arça
Mirzayan şair Orazbay Göçgünov’la birlikte otele gelip, “hadi gidiyoruz” demişti. Kırgızistan’a ayak bastığım andan itibaren emrimizde olan şoför Albek Şineyev’in, sarı Volga’sına binerek, yola çıkmış ve az sonra Tanrıdağları’na tırmanmaya başlamıştık. Hedefimiz bu kutsal dağların en güzel yeri olan Ala Arça Vadisi idi. Burada “Kaşka Su” dedikleri ve bir de kasabaya adını verdikleri bulağı andıran temiz bir su vardı. Dağların doruklarından akıp gelen kar sularıyla, bulak sularının karışımından oluşan; kimi yerde coşkun, kimi yerde sessiz ve sakin akan; ince ırmaklar oluşturan sular disipline ediliyor, kanallar vasıtasıyla yararlı hale getiriliyordu.
Ala Arça, çereçevre yalçın kayalarla çevriliydi. Doruklarda hiç erimeyen kar vardı. Doruk, biz vardığımızda pırıl pırıldı; ama sonradan kara bulutlar sarmıştı. Bakmaya doyamadığım doruğa, dağcılar tırmanıyorlardı. Kısacası Ala Arça bir doğa şaheseriydi. Burada dağ yemişleri, it burnu toplayan genç kızlar ve çocuklar vardı. Orazbay ise, şiirini yazmıştı… Aradan yıllar geçti, ama Kırgızistan denilince aklıma her zaman bu Ala Arça gelmektedir…
Nasridin Baytemirov
Kırgızlar’ın görkemli şairi Nasridin Baytemirov, bir akşam evine davet etmişti. O tarihte 72 yaşında olan bu değerli şairin evine vardığımızda, karşıma ummadığım büyüklükte bir sofra ve menü çıkmıştı. Çok değişik yemeklerin yanında bir de konyak olunca, sohbetimiz gece yarısına kadar devam etmişti. Şairin eşi Mariya Hanım candan ev sahipliği yapmıştı. Baytemirov ailesinin İzati adlı bir kızı ile Adili adlı bir oğlu vardı. Nasridin, bizim Mehmet Çakırtaş’ı andıran, ağır ağır, ama çok konuşan bir kişiydi. Kendi şiirlerinden ve nesirlerinden de bahsetmişti ama, daha çok benim merak ettiğim hususlar hakkında beni aydınlatmıştı. O anlatırken not ettiğim bazı bilgiler şöyleydi:
Kırgız şairleri, Manas’ın damlalarıdır. Bizde şair yok, damlalar var! 1974 Yılında Cengiz Aytmatov’la birlikte, bir yazarın jübilesine katılmak üzere Ukrayna’ya gittim. Cengiz bana “Eke” derdi. Orada, “Eke sen konuş” dedi. O gün sesim kısıktı, ama konuştukça açıldı. Cengiz, “Eke nasıl oldu bu iş?” diye sordu. Ona dedim ki;
“Ben Manas’a sığındım!...”
*Manas Kırgız’ın kanında var.
*Manas bizim Kur’an’ımızdır, döne döne okuruz.
*Çocuk doğar doğmaz beşiğinin altına Manas’ı koyarız.
*Çocuğa Manas adını vermeyiz; çünkü kutsaldır.
*Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig adlı eseri, Manas Destanı’ndan mülhemdir.
*Ailevi gelenekler Manas’tan kaynaklanır.
*Kırgız edebiyatının ciğeri, avazı, her şeyi Manas’tır…
(DEVAM EDECEK)
