BAŞKENTTEN SELAM
BELARUS-2-
İvan Kupala Günü
Yanka Kupala gününün arefesinde, İvan Kupala Günü kutlanmaktadır. Bunun, Hristiyanlıktan önce başlayıp süregelen bir gelenek olduğunu söylüyorlardı. Gençler ateşler yakarak üzerinden atlıyorlar; kızlar çiçeklerden yaptıkları çelenkleri nehre atıyor; kendileri de çiçeklerle süsleniyorlardı. Hangi kızın çelengi kıyıya yanaşırsa, o kızın daha kısa bir süre içinde evleneceğine inanılıyordu. Halk kırlara ve ormanlara giderek oyunlar oynuyor, eğleniyorlardı.
O gece “poporotnik” çiçeği açacaktı. Çiçeği kim görürse o mutlu ve uzun ömürlü olacaktı. Ne var ki o çiçek açmayacak ve onu kimse göremeyecekti. Demek ki toplum içerisinde hiçbir zaman gerçek anlamda mutlu olan insan yoktu.
Şair Yanka Kupala işte böyle bir günde doğmuş ve bu nedenle Kupala adını ölünceye kadar, gerçek adının yanında yaşatmıştı.
Yakup Kolas
Beyaz Ruslar’ın iftihar ettikleri 3 şairleri vardı. 20.Yüzyıla damga vurmuş olan bu şairler Yanka Kupala, Maksim Bogdanoviç ve Yakup Kolas’tı.
Yakup Kolas, Mihal Mitskeviç Kazimiraviç (1850-1902)’in oğlu olarak 1882’de Akintsçiski’de dünyaya gelmişti. Babasının görevi nedeniyle sık sık yer değiştirmişlerdi. Babasının Albuts’ta ölümünden sonra aile, Smolnya’ya yerleşmiş, Yakup 12 yaşında iken “ilkbahar” adlı ilk şiirini burada yazmıştı. 1912’de Yanka Kupala ile tanışan şairin ilk hocası İvan Mitskiyeviç’ti. Ondan Rus klasiklerini öğrenmişti. 1898’de Din okuluna girmiş, burada edebi bilgisini arttırmıştı. Burada da ona Fedot Kudsenski adlı hocası destek olmuştu. Rusça yazıyordu ama, hocası onun Belorus dilinde yazdıklarını daha başarılı buluyordu. 1902’de okulu bitirmiş, Brest bölgesine öğretmen olarak atanmıştı. Aynı zamanda Lusino, Pinkoviçi ve Verhman okullarında ders vermişti. O arada devrimci eylemlere katıldığı için izlenmiş ve hakkında soruşturma açılmıştı. Minsk’te toplanan ilk “Öğretmenler Kongresi”ne katılmış; 1906’da ilk Belarusça gazete olan Naşadolya (Kaderimiz)’da “Yerlerimiz” başlıklı şiirini yayımlamıştı. Ardından “Özgürlük” adlı hikayesi de yayımlanınca dikkatleri üzerine çekmişti. Sonra Naşa Niva (Tarlamız) adlı gazete yayımlanmaya başlamış, Yakup buraya da yazılarını ve şiirlerini vermişti. Hakkında dava açılmış ve 3 Yıl hapse mahkûm olmuştu. “Yeni Toprak” adlı uzun şiirini hapiste yazmıştı.
Hapisten çıktıktan sonra Pinsk kentinde öğretmenliğe başlamış ve 1912’de meslektaşı Mariya Komenska ile evlenmişti. Bu evlilikten 3 erkek çocuk dünyaya gelmişti. Evlendiği yıl patlayan savaş nedeniyle Moskova yakınlarındaki Dimitrof kentine yerleşmişti. Sonra Aleksandr Harp Okulu’na girmiş, 1916 Yılında mezun olmuş ve 1917’de Ural bölgesindeki Perun kentindeki cepheye gönderilmişti. Romanya cephesinde de savaştıktan sonra, Kursk’a gelmiş ve orada devrim hareketine katılmıştı. Ordudan ayrılıp öğretmenlik mesleğine döndükten sonra, bir okul açmış ve kütüphane kurmuştu. 1921 Yılında Minsk’e gelmiş, burada Yanka Kupala ile birlikte Maksim Gorki ile tanışmışlar ve Gorki bu iki şair hakkında övgü dolu sözler söylemişti.
Yakup Kolas öğretmen okulunda ve Belarus Devlet Üniversitesinde hocalık etmiş; peşpeşe makaleler, şiirler ve kitaplar yayımlamıştı. 1928’de kurulan Belorus İlimler Akademisi’nin 1929’da Başkan Yardımcılığına getirilmiş; İkinci Dünya Savaşı nedeniyle, Akademinin Taşkent’e nakledilmesiyle birlikte o da Özbekistan’a gitmişti. En önemli romanlarını orada yazmış, 1943’de Taşkent’ten ayrılıp, Moskova yakınındaki Klezma kasabasına yerleşmişti. O arada karısı ölmüş, kendisi de Minsk’e dönmüştü. 1952’de bütün eserleri, 7 Cilt halinde yayımlanmış; peşpeşe 3 kez milletvekili seçilmişti. Toplumsal faaliyetlere iştirak etmiş ve Minsk’in imarı için çaba harcamıştı.
Bu değerli şair, bilim adamı 13 Ağustos 1956 Tarihinde hayatını kaybetmiş; adı okullara, park ve meydanlara verilmiş; Minsk’te yaşadığı ev müze haline getirilmiş ve heykelleri dikilmişti…
Hatın
Ertesi sabah kahvaltıdan sonra Hatın’a gitmiştik. Minsk’e 60 Km.mesafedeki Hatın köyü, 22 Mart 1943’e değin 26 haneli ve 149 nüfuslu bir yerleşim birimiydi. O tarihte bu köyü ablukaya alan Almanlar, tüm köylüleri bir binada toplayıp ateşe vermişler ve katliam yapmışlardı. O gün bu katliamden, Almanlar’ın geldiklerini görüp kaçan, 2 çocukla 56 Yaşındaki bir kişi kurtulmuşlardı. Yanan binadan kucağında oğlu olduğu halde dışarıya fırlayıp kaçan adamın trajedisi, Hatın’ın girişindeki “Mağlup Olmayanlar Anıtı”nın konusunu oluşturmuştu. Ama bu anıt, aynı zamanda bütün Belorus halkının kahramanlığının da simgesiydi.
Hatın’a, ormanlar arasında uzayıp giden bir asfalat yolla gitmiştik. O gün Minsk’te hava 12 Derece idi ama Hatın’da müthiş bir soğuk ve fırtına vardı. Esen yel, adeta ıslık çalıyor gibiydi! Böyle hüzünlü yerlerde ben her zaman bu ıslık sesini duymuşumdur!...
Belarus 3 yıl Alman işgali altında kalmıştı. 9 Milyon insanın 2 Milyon 230 bini hayatını kaybetmişti. 270 kentin, 209’u haritadan silinmişti. 9200 köy de yerle bir edilmişti. Almanlar asker, sivil, kadın, çocuk demeden, herkesi öldürmüşlerdi. Alman faşizmi öylesine acımasızdı ki, çocuk toplama kamplarında topladıkları çocuklardan, kendi yaralıları için, kan almışlar ve zayıf düşenleri katletmişlerdi!...
şte ben 5 Temmuz 1969 tarihinde açılışı yapılan bu anıt kompleksi ziyaret etmiştim. Bu kompleks Alman faşizminden kurtuluşun 25. Yıldönümünde açılmıştı… Yılda ortalama 1,5 milyon kişinin bu anlamlı anıtı ziyaret ettiği söyleniyordu. 2009 yılında burada yapılan anma toplantısını izlemek üzere gelen Polonya Cumhurbaşkanı ve beraberindeki zevat, Varşova’dan kalkan uçağın düşmesi sonucu hayatlarını kaybetmişlerdi.
Yazarlar Birliği
Moskova’nın talimatıyla, benim Belarus’daki ev sahipliğimi, Yazarlar Birliği yapıyordu. Bu nedenle, Birliğe özel olarak ziyarette bulunmam gerekiyordu. 400 üyesi olan Birlik’te Genel Sekreter Vasili Zuyonok ve Yevgeni İvanoviç Skurko ile uzun bir görüşme yapmıştım. Yevgeni’nin yaygın ve yazılarında kullandığı ismi, Maksim Tank idi.

Belarus ünlü yazar Maksim Tank
Maksim Tank bir anlamda, yazarların duayeni idi. Türkiye’ye ilk giden Beyaz Rus şairin kendisi olduğunu, Türkiye hakkında 10 Şiirlik bir dizi yayımladığını söylemişti. Nazım Hikmet ile de tanışmış, görüşmüştü. Azerbaycanlı şair Samed Vurgun’un, ünlü “Azerbaycan” şiirini de Beyaz Rus diline tercüme etmişti.

Yazar Vasili Znoyak
Ona göre, çocukluk yıllarında Alman işgalini yaşamış olan genç yazarların eserleri ilgi uyandırıyordu. Belarus edebiyatı gençti; kimi milletlere göre Belarus edebiyatının kaynakları, Rus ve Ukrayna kaynaklarıyla aynı idi.
Benim folklorla ilgili olduğumu öğrenen Maksim Tank; şu bilgileri vermişti: “Belarus folkloru, komşularımıza kıyasla çok zengindir. 40 Ciltlik Belarus Folkloru külliyatı bunun kanıtıdır. Ekim devriminden önce dilimizin yasaklanmış olması, kültürel gelişimi baltaladı; ama halk kendi sanatını ve dilini yaşatmayı başardı. Keza Ortodoks ve Katolik kiliseleri de Çarlık Rusyası’na bağlı olmadan varlığını sürdürdü. Ama dinsel inanç nedeniyle Ortodoks kitaplar Rusça, Katolik kitaplar Lehçe yazılıyordu.
Beyaz Rusya, iki inanç sisteminin etkisi altında kaldı. Devrimden önce bir kişiye milliyeti sorulduğu zaman, dinini söylüyordu ki, bugün de bunun esintileri var. Beyaz Ruslar, Polonyalı olduklarını söylüyorlardı ama değildiler. Köylerde iki kilise, Tatarlar’ın camisi, Yahudilerin de kendi ibadethaneleri vardı.
Tatarlar 14-15. Yüzyılda gelip yerleşmişlerdi.. Onlar Büyük Vitold’un savaşlarında Leh ordusuna katılmışlardı. Vitold o zaman Litvanya kralı idi. Yahudiler ticaretle uğraşırlardı. Bir de Çingeneler vardı ve fala bakarlardı. Tatarlar deri işçiliği yapıyorlardı ve tarımla uğraşırlardı. Tarım alanında iyi uzmanları vardı. Kur’an ve dini kitaplar Arap alfabesiyle ama Beyaz Rus dilinde basıldı. Bu kitapların örneklerini müzelerde görebilirsiniz. Bu kitaplardan, eski Belarus dili hakkında da inceleme yapılabilir.
Belarusya’da çok millet, çok din yan yana yaşıyordu. Din temsilcileri, öteki dinleri komik gösteriyorlardı ama fanatizm yoktu. Tüm Tanrılar eşittir diyorlardı. Örneğin benim bir komşum, Tanrıları kızdırmaktan korkardı. Bu komşum Müslümanlara saygıdan Cuma günleri; Yahudilere saygısından cumartesi, hristiyanlara saygısından da Pazar günleri çalışmaz, tatil yapardı! Devrimden sonra da bütün bayramları kutlar, böylece çalışmadan yaşardı. Ama yoksulluktan evini sattı ve sadece bir ocağı kaldı! Kışın bu ocağı yakar, üstüne bir şey örterek komünizmin gelmesini beklerdi. Ne yazık ki buna erişememişti!...
Katolik Beyaz Ruslar kendilerini Polonez sayarlar. İbadet Lehçe yapılırdı ama bunu yapan Ortodokslar da vardı. Tatarlar her yere dağıldılar; her yerde Tatar var. Bunlar Minsk’te de bahçıvanlık yaparlardı. Dilimizde Tatar tesiri var; örneğin “makal” kelimesi. Stefan Aleksandroviç adlı yazarın babasının adı “Hüseyin”; anası ise Beyaz Rus. Eskiden çok cami vardı ama şimdi cumhuriyette sadece bir cami kaldı!.. Tatarlar savaşta, partizanlık yaptılar ve işgalcilere karşı savaştılar. Vilnius’ta Karay Türkleri var. Şu anda Katolik-Ortodoks çatışması var. Belarusya doğu-batı köprüsüdür. Litvanya’da bu daha da belirgindir…”
(DEVAMI VAR)
