Necdet CANARAN
Köşe Yazarı
Necdet CANARAN
 

İÇİMDEKİ DENİZ, KALBİMDEKİ HİCRAN

Çorap Söküğü İÇİMDEKİ DENİZ, KALBİMDEKİ HİCRAN   Gazeteci ve gazeteciliğin itibarlı olduğu yıllar... Güneş gazetesinde tıfıl muhabirim. “Silifke’ye gideceksin. Oradan istikamet Akkuyu. Nükleer Santral yapılacak sahayı fotoğraflayıp geleceksin. Tez geleceksin!” Biletimi verdiler, otobüse bindirdiler. Seyir halindeyken çantada eksik var mı kontrol ediyorum: Çift makine, tamam. Tepe flaş, tamam. Siyah beyaz filmler, tamam. Renkli negatifler, tamam. O vakitler her foto muhabirin çekerken eziyet çektiği dia pozitif filmler, o da tamam. Pozitif film, çok hassastır, pahalıdır üstelik, doğru perde hızı yani enstantane ve diyaframı tutturamazsanız banyoda ya açık çıkar ya çok koyu. Telafisi yoktur. Şansıma tüküreyim, ISO aralığı açısından çantamda yine ışığa çok duyarlı, hassasın hassası pozitifler var: 64 ISO. Gazetede adım çıkmış: 64 ISO Dia Necdet. ** Silifke’de indim, harcırah kısıtlı, hâlâ hatırımdadır; burnunun üstünde gözü, gözünün üstünde kaşı olan bir taksici ile pazarlık yapıyorum. Bir an önce anlaşıp ışığı kaçırmadan gidip dönmek istiyorum. Silifke’ye döndüğümde bir de Arslan Eyce ile röportaj yapacağım. Bindik, az ilerledik. “Burada Arslan Eyce diye biri varmış, tanır mısın?” diye sordum. Meğer Arslan Eyce deyince orada durmak lazımmış. Silifke Mersin’e bağlı bir ilçe, Kaymakamlık ama Arslan Eyce, Silifke Valisi. Geçmişi görmüş, günü yaşayan, yarını bilir bir eski adam, gönül adamı, baba adam. Karar değiştirdim, önce Arslan Eyce’ye gidelim, dedim. -Eee hani güneş kaçıyordu? -Sabah gideriz. Silifke Belediyesinin oralarda bir yerde bir beyaz eşya mağazasına götürdü beni taksici. Selam iletenlerin selamını ilettim, kendimi tanıttım, meseleyi anlattım. -Sabah ben seni götürürüm, dedi Arslan Bey, jandarma var, taksici seni içeriye geçiremez. Körün istediği bir göz! Taştur Otel’e yerleştim. Akşam Arslan Bey uğradı, yemek yedik. Otel müdürüne, “Misafirimize iyi bakın” dedi ve gitti. Kuşluk vakti yola koyulduk. Tozu dumana kattığımız keçi yollarından, tepelerden, oradan buradan bir yerlerden sürdü arabayı Arslan abi, (abi diyorum, yol boyunca samimi olduk, siz-biz kalmadı) beni tarifsiz güzellikte bir yere götürdü. Hem yazıyorum hem söylüyorum: Bu denli güzel kadını rüyamda bile görmemiştim. Fişi çekilmiş ütüye döndüm, tutuldum, âşık oldum. Sus Nalan sus! Çıldırasıya sus! Bu öyle böyle değil, bu başka!   **   Akşamın alacası çökerken Akkuyu’nun ihtişamına hâkim tepeliği görünce “Abi, buradan da çekeyim”, dedim. Beni kırmadı, durdu, ben de çektim. Meğer o tepelikte jandarma bizi görmüş, benim b.ok yemem. Az gittik, jandarma aracı yolu kesmiş. Aramızda üç yüz, dört yüz metre mesafe var yok. Gideceğimiz başka yol da yok. “Jandarmayı geçince aşağıdaki yola ineceğiz” deyince Arslan abi, filmleri kasete sardım, poşete doldurdum, ağzını bağladım aşağıya, yola fırlattım. Geçmiş zaman, yalan demeyeyim, jandarma noktasında şair bakışlı bir başçavuş, iki, sanırım üç er... Arslan abi tanınan adam olunca haliyle bana kimlik sordular. “Fotoğrafçıyım” dedim: Dil bilmez, yol bilmez, söz bilmez, iz bilmez bir fotoğrafçı. Yolu kaybettim, sağ olsun beyefendi beni aracına aldı.” Kaşını kaldırdı, gözlerini belertti, yemedi. Makinelerdeki filmleri istedi şair bakışlı, “bir şey çekmedim” dedim önce, sonra tekrarladım ve sonra yeni takmış olduğum sıfır filmleri sarıp verdim. Sonuçta bizde aile terbiyesi var…   Arslan abiye hiçbir şey demeyen şair bakışlı, koluma girdi, beni biraz öteye, sesin sustuğu yere, tenhaya çekti. Nasıl, hangi sözcüklerle anlatılır bilemiyorum; az şey söyledi ama söylediğini herkesten iyi söyledi: Ağzımın tam orta yerine! Mübarek, billur gibi Türkçeyle (!) saydırdıkça saydırdı. Zihnimi çoktandır kurcalıyor: İyi ki şair bakışlıymış komutan. Ya şair olsaydı? Aramızda sır kalsın; sonraki günlerde, fotoğraflar çarşaf çarşaf gazetede: Akkuyu’ya girdik!   **   Şuracığa yazmış olayım: Şair ve fotoğrafçı Akgün Akova’nın “Elimi Tut Yeter” adlı kitabını borçlu olduğu oğlu Fırat, altı yaşındayken şöyle sorar: “Gemiler batarken denizin canı acır mı baba?”   Son günlerde gündeme Akkuyu haberleri düşünce peşi sıra, rahmetli Arslan Eyce ile yaşadığımız macera düştü aklıma. Canım acıyor. Akkuyu: İçimdeki deniz, kalbimdeki hicran! Sus Nalan! Çıldırasıya sus!
Ekleme Tarihi: 01 Ağustos 2022 - Pazartesi

İÇİMDEKİ DENİZ, KALBİMDEKİ HİCRAN

Çorap Söküğü

İÇİMDEKİ DENİZ, KALBİMDEKİ HİCRAN

 

Gazeteci ve gazeteciliğin itibarlı olduğu yıllar... Güneş gazetesinde tıfıl muhabirim. “Silifke’ye gideceksin. Oradan istikamet Akkuyu. Nükleer Santral yapılacak sahayı fotoğraflayıp geleceksin. Tez geleceksin!”

Biletimi verdiler, otobüse bindirdiler.

Seyir halindeyken çantada eksik var mı kontrol ediyorum: Çift makine, tamam. Tepe flaş, tamam. Siyah beyaz filmler, tamam. Renkli negatifler, tamam. O vakitler her foto muhabirin çekerken eziyet çektiği dia pozitif filmler, o da tamam. Pozitif film, çok hassastır, pahalıdır üstelik, doğru perde hızı yani enstantane ve diyaframı tutturamazsanız banyoda ya açık çıkar ya çok koyu. Telafisi yoktur. Şansıma tüküreyim, ISO aralığı açısından çantamda yine ışığa çok duyarlı, hassasın hassası pozitifler var: 64 ISO. Gazetede adım çıkmış: 64 ISO Dia Necdet.

**

Silifke’de indim, harcırah kısıtlı, hâlâ hatırımdadır; burnunun üstünde gözü, gözünün üstünde kaşı olan bir taksici ile pazarlık yapıyorum. Bir an önce anlaşıp ışığı kaçırmadan gidip dönmek istiyorum. Silifke’ye döndüğümde bir de Arslan Eyce ile röportaj yapacağım.

Bindik, az ilerledik. “Burada Arslan Eyce diye biri varmış, tanır mısın?” diye sordum. Meğer Arslan Eyce deyince orada durmak lazımmış. Silifke Mersin’e bağlı bir ilçe, Kaymakamlık ama Arslan Eyce, Silifke Valisi. Geçmişi görmüş, günü yaşayan, yarını bilir bir eski adam, gönül adamı, baba adam.

Karar değiştirdim, önce Arslan Eyce’ye gidelim, dedim.

-Eee hani güneş kaçıyordu?

-Sabah gideriz.

Silifke Belediyesinin oralarda bir yerde bir beyaz eşya mağazasına götürdü beni taksici. Selam iletenlerin selamını ilettim, kendimi tanıttım, meseleyi anlattım.

-Sabah ben seni götürürüm, dedi Arslan Bey, jandarma var, taksici seni içeriye geçiremez. Körün istediği bir göz!

Taştur Otel’e yerleştim. Akşam Arslan Bey uğradı, yemek yedik. Otel müdürüne, “Misafirimize iyi bakın” dedi ve gitti.

Kuşluk vakti yola koyulduk. Tozu dumana kattığımız keçi yollarından, tepelerden, oradan buradan bir yerlerden sürdü arabayı Arslan abi, (abi diyorum, yol boyunca samimi olduk, siz-biz kalmadı) beni tarifsiz güzellikte bir yere götürdü. Hem yazıyorum hem söylüyorum: Bu denli güzel kadını rüyamda bile görmemiştim. Fişi çekilmiş ütüye döndüm, tutuldum, âşık oldum. Sus Nalan sus! Çıldırasıya sus! Bu öyle böyle değil, bu başka!

 

**

 

Akşamın alacası çökerken Akkuyu’nun ihtişamına hâkim tepeliği görünce “Abi, buradan da çekeyim”, dedim. Beni kırmadı, durdu, ben de çektim. Meğer o tepelikte jandarma bizi görmüş, benim b.ok yemem. Az gittik, jandarma aracı yolu kesmiş. Aramızda üç yüz, dört yüz metre mesafe var yok. Gideceğimiz başka yol da yok. “Jandarmayı geçince aşağıdaki yola ineceğiz” deyince Arslan abi, filmleri kasete sardım, poşete doldurdum, ağzını bağladım aşağıya, yola fırlattım.

Geçmiş zaman, yalan demeyeyim, jandarma noktasında şair bakışlı bir başçavuş, iki, sanırım üç er... Arslan abi tanınan adam olunca haliyle bana kimlik sordular. “Fotoğrafçıyım” dedim: Dil bilmez, yol bilmez, söz bilmez, iz bilmez bir fotoğrafçı. Yolu kaybettim, sağ olsun beyefendi beni aracına aldı.”

Kaşını kaldırdı, gözlerini belertti, yemedi. Makinelerdeki filmleri istedi şair bakışlı, “bir şey çekmedim” dedim önce, sonra tekrarladım ve sonra yeni takmış olduğum sıfır filmleri sarıp verdim. Sonuçta bizde aile terbiyesi var…

 

Arslan abiye hiçbir şey demeyen şair bakışlı, koluma girdi, beni biraz öteye, sesin sustuğu yere, tenhaya çekti. Nasıl, hangi sözcüklerle anlatılır bilemiyorum; az şey söyledi ama söylediğini herkesten iyi söyledi: Ağzımın tam orta yerine! Mübarek, billur gibi Türkçeyle (!) saydırdıkça saydırdı.

Zihnimi çoktandır kurcalıyor: İyi ki şair bakışlıymış komutan. Ya şair olsaydı?

Aramızda sır kalsın; sonraki günlerde, fotoğraflar çarşaf çarşaf gazetede: Akkuyu’ya girdik!

 

**

 

Şuracığa yazmış olayım: Şair ve fotoğrafçı Akgün Akova’nın “Elimi Tut Yeter” adlı kitabını borçlu olduğu oğlu Fırat, altı yaşındayken şöyle sorar: “Gemiler batarken denizin canı acır mı baba?”

 

Son günlerde gündeme Akkuyu haberleri düşünce peşi sıra, rahmetli Arslan Eyce ile yaşadığımız macera düştü aklıma. Canım acıyor.

Akkuyu: İçimdeki deniz, kalbimdeki hicran!

Sus Nalan! Çıldırasıya sus!

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve silifkesesimiz.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.

deneme bonusu deneme bonusu https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren bahis siteleri deneme bonusu veren siteler youtube mp3