Durmuş SAK
Köşe Yazarı
Durmuş SAK
 

KUYU SUDAN ÖTESİ

KUYU SUDAN ÖTESİ Kuyudan, kuyu suyundan bahsedip duruyorum bir kaç zamandır. Bu kadar bahsetmişken, rahmetli Babam TAT MOĞMED’i burada anmadan geçemem. Ruhuna bir Fatiha hediye etme ile başlayalım öncelikle. Tanıyanlar bilir, benim gibi kendi halinde, sessiz sakin, kimseye çok zararı olmayan, hatta elinden geldiğince tanısın tanımasın herkese yardım elini uzatmaya gayret eden, çalışkan ve daha bir sürü güzel meziyetleri olan, gerçekten iyi denebilecek nadir insanlardandı. En azından benim tanıdıklarım içinde. Mekanı cennet olsun, günahlarını affetsin Allah’ım, cümle geçmişlerimizle birlikte bizimkilerinde ruhları şad olsun...   Yine lise yıllarım, 1999 veya 2000 yazı, yine bir yaz tatili. Diğer yazlarda olduğu gibi yine yayladayız, aileye anneye babaya yardım peşindeyim. Her zamanki gibi davar oğlak uğraşlarımız. Günler rutinde gidiyor, görülen bilinen bir sıkıntı yok hamdolsun. Derken davarı-oğlağı tuzladık sabahtan. Genelde rahmetli babam davara, bende oğlağı güderim. O gün niyeyse bir iş mi var ya da başka bir sebep mi bilmiyorum ama oğlağı gütmeye yine gidiyorum ama davara babam değil de başkası gitti, geçmiş gün hatırlamıyorum kimdi giden. Neyse öğleye doğru eve getirdim oğlağı, kattım kazluğa. Sonra saat 10’a doğru davarda gelmeye başladı. Sağdık sütü, çektik makine (sütün yağlısını, yağsızını birbirinden ayıran elle çevirmeli bir makine, süt makinesi) de, çökelek, yem yiyecek derken uğraşıyoruz her zaman ki rutinde. Ama davarda bir huzursuzluk var, ne oldu filan derken, bir baktık ki davar Hebilli’deki, sulama kuyusunun başına uğramadan geçmiş ve sulamamış hayvanları davara giden. Babam duyunca sinirlendi, kızdı tabi. Neyse yapacak çok da bir şey yok...   Süt, yemek, emişen oğlağı davardan ayırma, kuzluğuna katma derken, diğer günler gibi gidiyor her şey. Normalde böylesi bir yaz gününde, yaz sıcağında keçiler oğlakları ile birlikte saat 15:30-16:00’e kadar,  yatar koyakta yada ağılında, kuzluğunda. Ama o gün, davarın susuzluğu vs var bir sıkıntı. En sonunda işler uğraşlar bitti bitmedi saat öğlenin 2’sinde oğlaktan ayrılan davarı sürdü babam, gitti gütmeye ama amacı belli, bir an önce varıp Hebilli’de rahmetli Sak Bekir emminin kuyusundan davarı sulamak. Neyse bizde kaldık çadırda, kalan işleri, sütün çökelek yapılması, keseye katılması, kazan, kap kacağın yıkanması, varsa başkaca işlerden sonra ikindinin normal kuzluktan oğlağı salma zamanı, saldım oğlağı gütmeye gittim.   Herşey normaldi güdüp duruyorum oğlağı, dalla, dolaştır, kırmızı kuyunun karşısındaki bizim kuyudan sula filan derken akşama doğru ilerler vakit. Ama bir baktım bir kısım bölünmüş davar geçer karşı yakadan, oğlaklar, davar meleşmeler vs derken, var bir tuhaflık ama neyse, tezmişlerdir (sürüden ayrılan bir grup keçinin sürüyü bulmak için dolaşması) deyip, kendimi rahatlamış halde biraz daha ilerde bir grup daha. Yine aynı telaşa ama yine hepsi değil ve bizim koca yok görünürlerde. Aklıma akıl karışmaya başladı, normalde babam en çoban evdeki, ne yapar, nasıl eder bilmem ama davarın hepsi bir arada, dolaşır, dolaştırır gelirdi hep. Nasıl yapıyorsun diye sorunca da “oğlum benim Araplarım, cinlerim var, benimle birlikte onlar güder, güdüverirler” derdi. Ama aklım babamda, davarda, bir şey mi oldu, kafamda bir sürü soru işaretleri ile çadıra, koyağa doğru gelirken bir grup davarla daha karşılaştım ama bağrış, çağrış, baba baba yine yok ve sanki geçenle birlikte, kısım kısım davarın hepsi geçti kıyılardan, karşılardan ama babam yine yok ortalıkta. İyice panikledim, korktum. Sürdüm oğlağı eve, anama-ablama dedim böyle böyle, parça parça davar geçti ama ortalıkta babam yoktu, bağırdım çağırdım ama hiç sesi gelmedi, kesin bir şey oldu. Neyse oğlağı ağıla, kuzluğa sen kat diyip ablama, anamla gittik davarın muhtemel gidebileceği yollardan, güzergahtan. Oraya bak, buraya bak, bağır çağır, Moğded, Buba vs derken karşı dağlardan geçen komşuya da sorduk bir gördün mü diye. Ama ne onlar görmüşler, ne ortalıkta var bir ses seda.  İyice gün batmak üzere. Dedik anamla kesin kuyu tarafına gitmiştir. Birde oraya bakalım...   Baktık kuyuya doğru giden sekilerden, çalıların arasından, çığırdan ilerledikçe yorulduk ama bir taraftan da çağırıp bağrışıp duruyoruz ama ses yok seda yok, iz yok. Kuyuyu görünce, korkumuz paniğimiz bir kat daha arttı. Çünkü tenekeyi, kuyunun başından alır kenara, kıyıya bir kovuğa koyar, ortada bırakılmaz. Çünkü kalırsa tenekeyi bir keçi yada oğlak yada başkaca bir hayvan kafasını içine sokar ve havasızlıktan yada başka sebepten ölebilir. Kuyunun ağzının kenarında teneke yok yine fakat bir karaltı var. Yaklaştıkça karaltının babamın lastik pabuçları olduğunu anladık ve ses duyalacak kadar yaklaşınca seslendik ki kuyunun içinden ses geliyor. Ama kısık kısık haliyle. Anlaşıldı kuyuya düşmüş ve ALLAH’a şükür ki yaşıyor. Kuyuda tabanda yarım metre kadar su var yok birşey. Yaklaşık 10 m kadar derinlikte kuyuda su olsa Allah korusun yada düşerken dayağa gözü kafası çarpsa, diğer taraftan direk kuyunun dibine gözü kafası vursa... İnsanın aklına neler geliyor neler. Ama neyseki çok kötü bir şey olmamış, daha yiyecek ekmeği varmış. Ne oldu, iyi misin filan derken, anlaşıldı ki durum iyi ve çok kötü bir kırığı vs yok. Şu tenekesinin başındaki ip çekmeye yetmez, ağırlığı taşımaz. O yüzden koştum ben eve, çadıra doğru, aşılacak iki tepe ile birde vadi ve bir sürü seki, tarla, koyak, tepe, dağ bayır var sayamadım şimdi. Koşa koşa gidiyorum hangisini ne zaman geçtim, nasıl koştum, nasıl, anlatamam. Ve evin, çadırın beri yakasına varırken ablamda çıkmış geliyor ve bağırdım ablama. Bir ip bir battaniye al da gel, o alıp gelene kadar biraz daha yaklaştım eve. Sonra birlikte koş Allah koş, dedim sen yavaş gel, ben hızlı koşarak gideyim. Günün yorgunluğu, gelirken ve geri giderken koştuğum yorgunluğum bir tarafta ama ben hala koşabiliyorum hem de uzun grokeremen koşucular gibi. Neyse kuyunun başına varasıya kadar çalı çırpı toplamış anam da. Ve yakmış bir ateş kuyunun kenarına...   Ablamda geldi sonrasında kuyunun başına ipin ikisini birleştirip sarkıttık kuyuya, babam da bağladı beline. Başladık çekmeye, biz çekmeye uğraşırken babamda yukarı doğru geldikçe kuyuya indirilmiş ve ağzına dayanmış ağaca, dayağa tutunuyor. Ve daha yukarı geldikçe daha yukardan tutuyor. Neyse en sonunda ağız seviyesine geldi, çektik yukarı. Babamda kuyunun ağzından tutundu, bizde yukarı çekip çıkardık, şükür... Ve neyse ki bir yerinde bir şey yok. Sadece düşerken sırtı dayağa çarpmış ve hafif çürük var ama çok büyük önemli bir sıkıntı yok hamdolsun. Çıkardık kocayı kuyudan, üstündeki, ıslanmış kıyafetleri değiştirdik, pabucunu giydi, battaniyeye satılmış haliyle, yanan ateşin kenarında ısınmaya geçti bir taraftan. Bizde derin bir huh çektik, havada kararmaya yakın olmuş vakit gün batmış akşam ezanı saatine yakın mı yakın. Diğer taraftan bizimde yorgunluktan ve korkudan bacaklar zangırdıyor, tır tır titriyor...   Velhasıl koşa koşa gitmiş davarla kuyunun başına, başlamışlar sulamaya ve tenekenin altında delik olunca, pabucu ve çorabı çıkarıp kenara koymuş ıslanmasın diye, rahmetli babam TAT MOĞMED. Biraz sonra bir basmış, kuyunun ağzındaki kaygan taşın birine va ıslanınca daha da kayganlaşan taştan kayan ayakla birlikte, cup kuyuya gitmiş. Düşerken kenara dayalı dayağa sırtı sürtmüş ve kuyunun dibine çakılmadan hafif bir şekilde düşmüş. Ve suda fazla olmadığından ve ağzından evvelinde düşen, sonrasında ortadan biraz kenara çekilmiş bir kapak kayasının üstünde beklemiş. Arada bağırmış çağırmış ama kim duysun, ıssız dağlarda. Arada geçen galleleri (sincap'ın yöresel söylenişi) izleyip, kuş seslerini dinlemiş ancak. Bir iki kere dayaktan tırmanmaya çalışmış ama ne çare, zaten dayak dayak değil, sadece kuyuya düşen sincaplar, galleler çıksın diye atılmış bir sundurum, uzun bir ağaç, direkten ibaret bir şey. Tırmanmak ne mümkün, ayaklarda ıslak olunca kayıp kayıp duruyor.   Babam mekanın cennet olsun ALLAH'ım gani gani rahmet eylesin...   Böyle işte hikaye, yaşanmış bir gerçeklik, kuyu deyince, kuyu suyundan bahsedince akla geldi ve bunu yazayım ve paylaşayım istedim. Daha fazlası için takipte kalın, kara evladı...   KARA ÇADIRIN KARA EVLADI KARAyolcu Orman Mühendisi
Ekleme Tarihi: 03 Eylül 2021 - Cuma

KUYU SUDAN ÖTESİ

KUYU SUDAN ÖTESİ

Kuyudan, kuyu suyundan bahsedip duruyorum bir kaç zamandır. Bu kadar bahsetmişken, rahmetli Babam TAT MOĞMED’i burada anmadan geçemem. Ruhuna bir Fatiha hediye etme ile başlayalım öncelikle. Tanıyanlar bilir, benim gibi kendi halinde, sessiz sakin, kimseye çok zararı olmayan, hatta elinden geldiğince tanısın tanımasın herkese yardım elini uzatmaya gayret eden, çalışkan ve daha bir sürü güzel meziyetleri olan, gerçekten iyi denebilecek nadir insanlardandı. En azından benim tanıdıklarım içinde. Mekanı cennet olsun, günahlarını affetsin Allah’ım, cümle geçmişlerimizle birlikte bizimkilerinde ruhları şad olsun...

 

Yine lise yıllarım, 1999 veya 2000 yazı, yine bir yaz tatili. Diğer yazlarda olduğu gibi yine yayladayız, aileye anneye babaya yardım peşindeyim. Her zamanki gibi davar oğlak uğraşlarımız. Günler rutinde gidiyor, görülen bilinen bir sıkıntı yok hamdolsun. Derken davarı-oğlağı tuzladık sabahtan. Genelde rahmetli babam davara, bende oğlağı güderim. O gün niyeyse bir iş mi var ya da başka bir sebep mi bilmiyorum ama oğlağı gütmeye yine gidiyorum ama davara babam değil de başkası gitti, geçmiş gün hatırlamıyorum kimdi giden. Neyse öğleye doğru eve getirdim oğlağı, kattım kazluğa. Sonra saat 10’a doğru davarda gelmeye başladı. Sağdık sütü, çektik makine (sütün yağlısını, yağsızını birbirinden ayıran elle çevirmeli bir makine, süt makinesi) de, çökelek, yem yiyecek derken uğraşıyoruz her zaman ki rutinde. Ama davarda bir huzursuzluk var, ne oldu filan derken, bir baktık ki davar Hebilli’deki, sulama kuyusunun başına uğramadan geçmiş ve sulamamış hayvanları davara giden. Babam duyunca sinirlendi, kızdı tabi. Neyse yapacak çok da bir şey yok...

 

Süt, yemek, emişen oğlağı davardan ayırma, kuzluğuna katma derken, diğer günler gibi gidiyor her şey. Normalde böylesi bir yaz gününde, yaz sıcağında keçiler oğlakları ile birlikte saat 15:30-16:00’e kadar,  yatar koyakta yada ağılında, kuzluğunda. Ama o gün, davarın susuzluğu vs var bir sıkıntı. En sonunda işler uğraşlar bitti bitmedi saat öğlenin 2’sinde oğlaktan ayrılan davarı sürdü babam, gitti gütmeye ama amacı belli, bir an önce varıp Hebilli’de rahmetli Sak Bekir emminin kuyusundan davarı sulamak. Neyse bizde kaldık çadırda, kalan işleri, sütün çökelek yapılması, keseye katılması, kazan, kap kacağın yıkanması, varsa başkaca işlerden sonra ikindinin normal kuzluktan oğlağı salma zamanı, saldım oğlağı gütmeye gittim.

 

Herşey normaldi güdüp duruyorum oğlağı, dalla, dolaştır, kırmızı kuyunun karşısındaki bizim kuyudan sula filan derken akşama doğru ilerler vakit. Ama bir baktım bir kısım bölünmüş davar geçer karşı yakadan, oğlaklar, davar meleşmeler vs derken, var bir tuhaflık ama neyse, tezmişlerdir (sürüden ayrılan bir grup keçinin sürüyü bulmak için dolaşması) deyip, kendimi rahatlamış halde biraz daha ilerde bir grup daha. Yine aynı telaşa ama yine hepsi değil ve bizim koca yok görünürlerde. Aklıma akıl karışmaya başladı, normalde babam en çoban evdeki, ne yapar, nasıl eder bilmem ama davarın hepsi bir arada, dolaşır, dolaştırır gelirdi hep. Nasıl yapıyorsun diye sorunca da “oğlum benim Araplarım, cinlerim var, benimle birlikte onlar güder, güdüverirler” derdi. Ama aklım babamda, davarda, bir şey mi oldu, kafamda bir sürü soru işaretleri ile çadıra, koyağa doğru gelirken bir grup davarla daha karşılaştım ama bağrış, çağrış, baba baba yine yok ve sanki geçenle birlikte, kısım kısım davarın hepsi geçti kıyılardan, karşılardan ama babam yine yok ortalıkta. İyice panikledim, korktum. Sürdüm oğlağı eve, anama-ablama dedim böyle böyle, parça parça davar geçti ama ortalıkta babam yoktu, bağırdım çağırdım ama hiç sesi gelmedi, kesin bir şey oldu. Neyse oğlağı ağıla, kuzluğa sen kat diyip ablama, anamla gittik davarın muhtemel gidebileceği yollardan, güzergahtan. Oraya bak, buraya bak, bağır çağır, Moğded, Buba vs derken karşı dağlardan geçen komşuya da sorduk bir gördün mü diye. Ama ne onlar görmüşler, ne ortalıkta var bir ses seda.  İyice gün batmak üzere. Dedik anamla kesin kuyu tarafına gitmiştir. Birde oraya bakalım...

 

Baktık kuyuya doğru giden sekilerden, çalıların arasından, çığırdan ilerledikçe yorulduk ama bir taraftan da çağırıp bağrışıp duruyoruz ama ses yok seda yok, iz yok. Kuyuyu görünce, korkumuz paniğimiz bir kat daha arttı. Çünkü tenekeyi, kuyunun başından alır kenara, kıyıya bir kovuğa koyar, ortada bırakılmaz. Çünkü kalırsa tenekeyi bir keçi yada oğlak yada başkaca bir hayvan kafasını içine sokar ve havasızlıktan yada başka sebepten ölebilir. Kuyunun ağzının kenarında teneke yok yine fakat bir karaltı var. Yaklaştıkça karaltının babamın lastik pabuçları olduğunu anladık ve ses duyalacak kadar yaklaşınca seslendik ki kuyunun içinden ses geliyor. Ama kısık kısık haliyle. Anlaşıldı kuyuya düşmüş ve ALLAH’a şükür ki yaşıyor. Kuyuda tabanda yarım metre kadar su var yok birşey. Yaklaşık 10 m kadar derinlikte kuyuda su olsa Allah korusun yada düşerken dayağa gözü kafası çarpsa, diğer taraftan direk kuyunun dibine gözü kafası vursa... İnsanın aklına neler geliyor neler. Ama neyseki çok kötü bir şey olmamış, daha yiyecek ekmeği varmış. Ne oldu, iyi misin filan derken, anlaşıldı ki durum iyi ve çok kötü bir kırığı vs yok. Şu tenekesinin başındaki ip çekmeye yetmez, ağırlığı taşımaz. O yüzden koştum ben eve, çadıra doğru, aşılacak iki tepe ile birde vadi ve bir sürü seki, tarla, koyak, tepe, dağ bayır var sayamadım şimdi. Koşa koşa gidiyorum hangisini ne zaman geçtim, nasıl koştum, nasıl, anlatamam. Ve evin, çadırın beri yakasına varırken ablamda çıkmış geliyor ve bağırdım ablama. Bir ip bir battaniye al da gel, o alıp gelene kadar biraz daha yaklaştım eve. Sonra birlikte koş Allah koş, dedim sen yavaş gel, ben hızlı koşarak gideyim. Günün yorgunluğu, gelirken ve geri giderken koştuğum yorgunluğum bir tarafta ama ben hala koşabiliyorum hem de uzun grokeremen koşucular gibi. Neyse kuyunun başına varasıya kadar çalı çırpı toplamış anam da. Ve yakmış bir ateş kuyunun kenarına...

 

Ablamda geldi sonrasında kuyunun başına ipin ikisini birleştirip sarkıttık kuyuya, babam da bağladı beline. Başladık çekmeye, biz çekmeye uğraşırken babamda yukarı doğru geldikçe kuyuya indirilmiş ve ağzına dayanmış ağaca, dayağa tutunuyor. Ve daha yukarı geldikçe daha yukardan tutuyor. Neyse en sonunda ağız seviyesine geldi, çektik yukarı. Babamda kuyunun ağzından tutundu, bizde yukarı çekip çıkardık, şükür... Ve neyse ki bir yerinde bir şey yok. Sadece düşerken sırtı dayağa çarpmış ve hafif çürük var ama çok büyük önemli bir sıkıntı yok hamdolsun. Çıkardık kocayı kuyudan, üstündeki, ıslanmış kıyafetleri değiştirdik, pabucunu giydi, battaniyeye satılmış haliyle, yanan ateşin kenarında ısınmaya geçti bir taraftan. Bizde derin bir huh çektik, havada kararmaya yakın olmuş vakit gün batmış akşam ezanı saatine yakın mı yakın. Diğer taraftan bizimde yorgunluktan ve korkudan bacaklar zangırdıyor, tır tır titriyor...

 

Velhasıl koşa koşa gitmiş davarla kuyunun başına, başlamışlar sulamaya ve tenekenin altında delik olunca, pabucu ve çorabı çıkarıp kenara koymuş ıslanmasın diye, rahmetli babam TAT MOĞMED. Biraz sonra bir basmış, kuyunun ağzındaki kaygan taşın birine va ıslanınca daha da kayganlaşan taştan kayan ayakla birlikte, cup kuyuya gitmiş. Düşerken kenara dayalı dayağa sırtı sürtmüş ve kuyunun dibine çakılmadan hafif bir şekilde düşmüş. Ve suda fazla olmadığından ve ağzından evvelinde düşen, sonrasında ortadan biraz kenara çekilmiş bir kapak kayasının üstünde beklemiş. Arada bağırmış çağırmış ama kim duysun, ıssız dağlarda. Arada geçen galleleri (sincap'ın yöresel söylenişi) izleyip, kuş seslerini dinlemiş ancak. Bir iki kere dayaktan tırmanmaya çalışmış ama ne çare, zaten dayak dayak değil, sadece kuyuya düşen sincaplar, galleler çıksın diye atılmış bir sundurum, uzun bir ağaç, direkten ibaret bir şey. Tırmanmak ne mümkün, ayaklarda ıslak olunca kayıp kayıp duruyor.

 

Babam mekanın cennet olsun ALLAH'ım gani gani rahmet eylesin...

 

Böyle işte hikaye, yaşanmış bir gerçeklik, kuyu deyince, kuyu suyundan bahsedince akla geldi ve bunu yazayım ve paylaşayım istedim. Daha fazlası için takipte kalın, kara evladı...

 

KARA ÇADIRIN KARA EVLADI

KARAyolcu Orman Mühendisi

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve silifkesesimiz.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.

deneme bonusu deneme bonusu https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren bahis siteleri deneme bonusu veren siteler youtube mp3