OLANLAR OLMUŞ…
Silifke’den zamanında bir sebeple ayrılmış olup da bir süre sonra şehre yeniden dönenler, geride bıraktıkları Silifke’nin o eski Silifke olmadığını hemen anlayacaklardır. Bunun için de aradaki yılların öyle çok fazla olmasına gerek yok. Şehirdeki değişimi anlamamız için geriye dönük on yılda yaşananları görmek yeter de artar bile!..
Aslında on yıldan daha da az bir zaman diliminde çok şey değişti, memleketimizde. Biz bu şehirde yaşayanlar, yaşarken fark etmedik bazı şeyleri… Fark ettiğimizde ise, “Olanlar olmuş,” duygusuna kapıldık, çoğu zaman.
Bir “kabullenmişlik”le birlikte günlerimiz gelip geçmekte, şu sıralar. Şehrimizde doğa ve çevre katliamları yaşanırken ses çıkarmayan biz Silifkeliler için başka türlüsü de söz konusu olamazdı zaten. Doğa ve çevre adına yaşanan tüm olumsuzluklar karşısında, her şeyi kabullenmek de bir “duruş” biçimi, elbet.
Yanı başımızda nükleer bir tehdit inşa edilmekte ve şimdilerde bu tehdidin pek farkında değiliz. Varsa yoksa istihdam ve ekonomik hareketlilik… Herkes halinden memnun. Esnafı da, taciri de, evini Rus’a kiraya veren mülk sahibi de…
Bizler, her şeyin milliyetçiliğini yapıyoruz da, doğanın ve çevrenin milliyetçiliğini neden yapmıyoruz? Kulağa biraz garip gelebilir: “Doğa ve çevre milliyetçiliği”. Evet, tam da öyle. Bizim olan doğaya sahip çıkmak, bu topraklardaki talana ses çıkarmak, milliyetçiliğin bir başka türlüsü olamaz mı? Sahi, “Akkuyu” kimin bu arada?
Bir büyük şirket, kıyıya beton duvar örerken, “O kıyı kime aitti?” sorusunu sormak da önemli. Ya da Akdeniz’in kalbine hançer gibi saplanan balık çiftlikleri, istediklerini fütursuzca aldıktan sonra hiç balık kalmadığında, kimin olacak Akdeniz, mesela? Dağlar oyulurken, ormanlar mermer ocakları haline getirilirken, ağaçlar büyük inşaat projelerine kurban edilirken, havamız, suyumuz risk altında iken… Yani kısacası “olanlar olmuş” iken… Ve de olmaya devam eder iken… Ne kalacak geriye? Yitip gitmiş bir “doğa”dan başka…
İlhan İrem’in çok sevdiğim bir parçasını mırıldanıyorum bu aralar. Diyor ki şarkıda* sevgili İlhan İrem: “Giderken bıraktığım / Asmalar üzüm olmuş / Yerlerde bütün kollar / Bütün bağlar bozulmuş / Ben mi geç kaldım yoksa / Mevsimler mi soğumuş / Görmeyeli buralara / Olanlar olmuş / Giderken bıraktığım / Gökyüzü toprak olmuş / Yıldızlar çakıltaşı / Güneş bir yaprak olmuş / Ben mi yaşlandım yoksa? / Dünya mı alt üst olmuş / Ben gideli buralara / Olanlar olmuş…”
İlhan İrem, 2016 yılında, Bursa’da verdiği bir konserde, bu şarkıyı söyledikten sonra şarkının hikayesini şöyle anlatır: “Askerden dönüşte İnegöl rampasından aşağı inerken Bursa'yı ve Uludağ'ı gördüm. Şehrin üzerinde siyah bir sis vardı. Arabayı kenara çektim ve bu şarkıyı yazdım. Olanlar olmuş… O sis öyle şeyler anlatıyordu ki; doğa giderse, insan ölürse, şehirler ruhunu kaybederse, betonlaşırsa hiçbir şeyin kıymeti yok. Ne AVM’lerin, ne modern caddelerin hiçbir kıymeti yok. Doğa giderse, en önemlisi insan ölürse…”
Yazıyı bitirirken… Ben de diyorum ki: Şimdilerde durumun pek farkında değiliz ama Silifke’miz betonlaştığında, şehrimiz ruhunu kaybettiğinde, soluyacak temiz bir havamız kalmadığında, eşsiz doğamız altüst olduğunda, dolar kuru üzerinden kiraladığınız evlerin de, kazandığınız paraların da, yaptığınız ticaretin de hiçbir kıymeti olmayacak. “Doğa giderse, en önemlisi insan ölürse…”
Soluduğumuz havanın, içtiğimiz suyun, yediğimiz sağlıklı ve organik yiyeceklerin hayatlarımız için ne büyük nimet olduğunu anlamamız için bölge insanı olarak bedel ödemek zorunda kalacağız, belli ki. Hayatlarımızla, bozulan sağlığımızla ödenecek bu bedel!..
Son söz olarak yeniden İlhan İrem’e kulak verelim… “Yaprak kıpırdamıyor / Yüreğim öyle susmuş / Sana, bana, sevgimize / Olanlar olmuş, olanlar olmuş…”
*İlhan İrem, “Olanlar Olmuş” şarkısından…