Necdet CANARAN
Köşe Yazarı
Necdet CANARAN
 

“ŞÜPHELİ GÜNLER YAŞIYORUZ”

Çorap Söküğü   “ŞÜPHELİ GÜNLER YAŞIYORUZ”       Kimin hayır duasını (!) aldım bilmiyorum. Şuracığa yazayım: Kömürü bitmiş şimendifer gibiyim bu sıralar… Yanımı, yönümü şaşırdım. Dağ, bayır gidiyor, üç ayrı cephede savaşıyorum: Baş ağrısı, diş ağrısı, sırt ağrısı… Yemeyi, içmeyi, tatmayı unuttum; konuşmayı çoktan unuttum çoktan… Aklımın direksiyonu elimde değil… Durum vaziyetim böyle böyleyken ve tam da minareden akşam ezanı okunmaktayken “Kırk Kaşık” havalisinden esen bir rüzgâr beni sardı, kucakladı, öptü, kaptı götürdü. Havlucu Sado Ağa gibi uçuyorum… Türk Hava Yolları’nın TK1795 tarifeli seferi gibi süzülüyorum bulutların üstünden, üstünden... Derken… Bulut denizi tükendi. “Bayrağı teslim ediyorum galiba” diye düşünürken rüzgârın gücü apansız kesildi ve ayağım yere değdi. Zıpkın yemiş orkinosa döndüm. Karşımda Neyzen Tevfik. Hani şu, toplumsal kurallara pek bağlı kalmayıp aklına estiği gibi yaşayan Neyzen Tevfik. Hani, sarhoşken bile ayık ve uyanık; midesine rakı doldurmakla sarhoş olmayı sevmeyip “gözüm sarhoş olmalı” diyen şair. Hani, üç ton esrar içtiği, bir o kadar da afyon yuttuğu söylenen… Hayatı içki masaları başında ve akıl hastanelerinde geçen… Halkın sıkıntılarını kendine dert edinip dile getirirken yobazları hiç sevmeyen filozof. Hani, 1953’de vefatından sonra hatırasını yaşatmak üzere Devletin posta pulu bastırdığı ney üstadı.   Merhaba üstadım, gökte ararken yerde buldum ya da yerde ararken gökte buldum. Kafam sersem sepelek. Ben gözle görünmez, elle tutulmaz nesne miyim ki arayıp da bulamayasın, görmek isteyip de göremeyesin. Bana ne soracaksın? Üstadım, buradan ‘orası’ nasıl gözüküyor? Yani bizim diyar, bizim eller? Merak ettim. Softalık yeniden başkaldırıyor. Bence, en büyük siyaset fincancı katırlarını ürkütmemektir. Ya bu deveyi güdeceksin ya da bu diyardan gideceksin. Fakat hangi diyara gitsen, deve vardır. Çok şüpheli günler yaşıyoruz.   Bu bahsi kapatalım dilerseniz… Hayliden hayli kalınlaştı yobazlık yeniden Softalık zorlu anırtı ile aldı yürüdü… Kara bir kinle taassup pusudan çıktı yine Yurdu şahane cehalet yeni baştan bürüdü.   Anladım. Yoz öküze saman dökecek zaman değil. Dünü görmüş biri olarak dünyevi işler için neler söyleyeceksiniz? 70 yıldan beri değişen hiçbir şey yok. Zaten Şark’ta hiçbir şey değişmez. Çünkü hakiki irfan ve sanattan zevk almamıştır. Bugün bile ‘radyo dinlemeyin, kâfir olursunuz’ diyen softalar vardır.   Biraz da politikadan bahsedelim. İyileştirilmiş ve güçlendirilmiş parlamenter sistemde Başbakan olsaydınız, ilk iş olarak ne yapardınız? Evvela polisi düzeltirdim. İyi adam seçer ve doyuracak kadar para verirdim. Canını, malını, emniyetini ona teslim ediyorsun, sonra da doyuracak parayı vermiyorsun! İkinci iş için kafa yordunuz mu? Diyanet İşleri Reisliğini ele alırdım.   Son olarak musiki... Öyle bir derya, öyle bir umman ki o seviyeler beni aşar. Bu ummanı sizden dinlesek… Musiki, vicdanı temennilerin kabulü için hakikatin ağlayarak yalvarışıdır.   Hangi musiki? Alaturka mı, alafranga mı? Güzelin Türkçesi, Fransızcası yoktur.   Musiki atmosferimiz çok şey kaybetti. Önüne gelen musikiden dem vurmakta, tek şarkıyla şöhret olmakta. Şöhretlimiz pek çok ve ucuz; bini bir para… Bu, bizim memlekette o kadar ucuz bir şeydir ki. Bizde şöhret değil, şöhretsizler takdim, tazim edilir. Sen Avrupa’daki şöhretlere bakma, onlar hakkıyla kazanılmıştır. Oradaki hakiki şöhret sahipleri alkışlanır, takdir görür. Hâlbuki biz şöhreti tazim değil berbat ederiz. Elimizi lağıma sokar, şöhretlerin suratına fisebilillah avuç avuç pislik atarız.   **   Birden bir esinti, alnımda bir serinlik... Lakırtı bitti, üstat gitti. İşaret parmağımı dilime götürdüm, ıslatıp havaya tuttum. Silifke ellerinden bir poyraz… Sardı, kucakladı, öptü, beni kaptı götürdü. Havlucu Sado Ağa gibi uçtum… Türk Hava Yolları’nın TK1795 tarifeli seferi gibi süzüldüm bulutların üstünden. Akşamın alacası çöktüğünde döndüm. Radyoya kulak kabarttım: “Penceremin perdesini havalandıran rüzgâr Denizleri köpük köpük dalgalandıran rüzgâr Otur dinlen başucuma Bana esmeyi anlat.”   Bitirirken… “Şark’ta hiçbir şey değişmez.” demişti Neyzen Tevfik. Ne değişti?   (bk. Hilmi Yücebaş, “Neyzen Tevfik/Hayatı, Hatıraları, Şiirleri” 6. Baskı, İst.1976)  
Ekleme Tarihi: 17 Kasım 2022 - Perşembe

“ŞÜPHELİ GÜNLER YAŞIYORUZ”

Çorap Söküğü

 

“ŞÜPHELİ GÜNLER YAŞIYORUZ”

 

 

 

Kimin hayır duasını (!) aldım bilmiyorum.

Şuracığa yazayım: Kömürü bitmiş şimendifer gibiyim bu sıralar… Yanımı, yönümü şaşırdım. Dağ, bayır gidiyor, üç ayrı cephede savaşıyorum: Baş ağrısı, diş ağrısı, sırt ağrısı…

Yemeyi, içmeyi, tatmayı unuttum; konuşmayı çoktan unuttum çoktan… Aklımın direksiyonu elimde değil…

Durum vaziyetim böyle böyleyken ve tam da minareden akşam ezanı okunmaktayken “Kırk Kaşık” havalisinden esen bir rüzgâr beni sardı, kucakladı, öptü, kaptı götürdü.

Havlucu Sado Ağa gibi uçuyorum… Türk Hava Yolları’nın TK1795 tarifeli seferi gibi süzülüyorum bulutların üstünden, üstünden...

Derken… Bulut denizi tükendi. “Bayrağı teslim ediyorum galiba” diye düşünürken rüzgârın gücü apansız kesildi ve ayağım yere değdi. Zıpkın yemiş orkinosa döndüm. Karşımda Neyzen Tevfik.

Hani şu, toplumsal kurallara pek bağlı kalmayıp aklına estiği gibi yaşayan Neyzen Tevfik.

Hani, sarhoşken bile ayık ve uyanık; midesine rakı doldurmakla sarhoş olmayı sevmeyip gözüm sarhoş olmalı diyen şair.

Hani, üç ton esrar içtiği, bir o kadar da afyon yuttuğu söylenen…

Hayatı içki masaları başında ve akıl hastanelerinde geçen…

Halkın sıkıntılarını kendine dert edinip dile getirirken yobazları hiç sevmeyen filozof.

Hani, 1953’de vefatından sonra hatırasını yaşatmak üzere Devletin posta pulu bastırdığı ney üstadı.

 

Merhaba üstadım, gökte ararken yerde buldum ya da yerde ararken gökte buldum. Kafam sersem sepelek.

Ben gözle görünmez, elle tutulmaz nesne miyim ki arayıp da bulamayasın, görmek isteyip de göremeyesin. Bana ne soracaksın?

Üstadım, buradan ‘orası’ nasıl gözüküyor? Yani bizim diyar, bizim eller? Merak ettim.

Softalık yeniden başkaldırıyor. Bence, en büyük siyaset fincancı katırlarını ürkütmemektir. Ya bu deveyi güdeceksin ya da bu diyardan gideceksin. Fakat hangi diyara gitsen, deve vardır. Çok şüpheli günler yaşıyoruz.

 

Bu bahsi kapatalım dilerseniz…

Hayliden hayli kalınlaştı yobazlık yeniden

Softalık zorlu anırtı ile aldı yürüdü…

Kara bir kinle taassup pusudan çıktı yine

Yurdu şahane cehalet yeni baştan bürüdü.

 

Anladım. Yoz öküze saman dökecek zaman değil. Dünü görmüş biri olarak dünyevi işler için neler söyleyeceksiniz?

70 yıldan beri değişen hiçbir şey yok. Zaten Şark’ta hiçbir şey değişmez. Çünkü hakiki irfan ve sanattan zevk almamıştır. Bugün bile ‘radyo dinlemeyin, kâfir olursunuz’ diyen softalar vardır.

 

Biraz da politikadan bahsedelim. İyileştirilmiş ve güçlendirilmiş parlamenter sistemde Başbakan olsaydınız, ilk iş olarak ne yapardınız?

Evvela polisi düzeltirdim. İyi adam seçer ve doyuracak kadar para verirdim. Canını, malını, emniyetini ona teslim ediyorsun, sonra da doyuracak parayı vermiyorsun!

İkinci iş için kafa yordunuz mu?

Diyanet İşleri Reisliğini ele alırdım.

 

Son olarak musiki... Öyle bir derya, öyle bir umman ki o seviyeler beni aşar. Bu ummanı sizden dinlesek…

Musiki, vicdanı temennilerin kabulü için hakikatin ağlayarak yalvarışıdır.

 

Hangi musiki? Alaturka mı, alafranga mı?

Güzelin Türkçesi, Fransızcası yoktur.

 

Musiki atmosferimiz çok şey kaybetti. Önüne gelen musikiden dem vurmakta, tek şarkıyla şöhret olmakta. Şöhretlimiz pek çok ve ucuz; bini bir para…

Bu, bizim memlekette o kadar ucuz bir şeydir ki. Bizde şöhret değil, şöhretsizler takdim, tazim edilir. Sen Avrupa’daki şöhretlere bakma, onlar hakkıyla kazanılmıştır. Oradaki hakiki şöhret sahipleri alkışlanır, takdir görür. Hâlbuki biz şöhreti tazim değil berbat ederiz. Elimizi lağıma sokar, şöhretlerin suratına fisebilillah avuç avuç pislik atarız.

 

**

 

Birden bir esinti, alnımda bir serinlik...

Lakırtı bitti, üstat gitti.

İşaret parmağımı dilime götürdüm, ıslatıp havaya tuttum. Silifke ellerinden bir poyraz… Sardı, kucakladı, öptü, beni kaptı götürdü.

Havlucu Sado Ağa gibi uçtum… Türk Hava Yolları’nın TK1795 tarifeli seferi gibi süzüldüm bulutların üstünden. Akşamın alacası çöktüğünde döndüm. Radyoya kulak kabarttım: “Penceremin perdesini havalandıran rüzgâr

Denizleri köpük köpük dalgalandıran rüzgâr

Otur dinlen başucuma

Bana esmeyi anlat.”

 

Bitirirken…

“Şark’ta hiçbir şey değişmez.” demişti Neyzen Tevfik.

Ne değişti?

 

(bk. Hilmi Yücebaş, “Neyzen Tevfik/Hayatı, Hatıraları, Şiirleri” 6. Baskı, İst.1976)

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve silifkesesimiz.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.

deneme bonusu deneme bonusu https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren bahis siteleri deneme bonusu veren siteler youtube mp3