ULTRAMARATON SPORCUMUZ AYKUT ÇELİKBAŞ İLE RÖPORTAJ

Sesimiz Haber Merkezi

Koşmak deyince aklınızda ne kadar bir mesafe beliriyor? 5 km mi? 10 mu? 20 mi? Uzun mesafe koşusu desem aklınıza ne gelir? Yarı maraton mesafesi olan 21 km mi, maraton mesafesi olan 42 km mi? Söz gelimi uzun mesafeler koşmaya gönül vermiş ve düzenli antrenman yapan bir ultramaraton sporcusu olduğunuzu varsayalım. Ultramaraton adı üstünde maraton mesafesinin üstü demek. Mesafeniz maraton mesafesinin ne kadar üstüne çıkar sizce? 50 km mi olur? 100 mü? 150 mi? Bir insan hiç durmadan gece gündüz demeden kaç saat koşabilir?

 

Ultramaraton demek atletlerin sağlık için koşmaktan çıkıp koşmak için sağlıklı olmaya çalıştıkları, zihin ve beden sınırlarını insanlığın geldiği en üst limitlere kadar zorladıkları bir spor demektir. Her ekstrem spor gibi mesafeler arttıkça icra eden sporcu sayısı azalır. Atletlerin performansları yükseldikçe kendilerini sınadıkları yarışlar da değişmeye başlar. Örneğin elit ultramaratoncuların gönlünde yatan aslan Yunanistan’da her yıl gerçekleştirilen Spartathlon yarışmasıdır ki her isteyen katılamaz. Yıl içinde başka yarışlarda belli bir mesafeyi koşmuş olmanız, ön koşulları sağlamış olmanız yetmediği gibi bir de çekilişte şanslılar arasında yer alabilmiş olmanız gerekir. Ayrıca yarışmaya katılmanız da bitirmeniz anlamına gelmiyor çünkü bitirmek yeterli değil, belirlenmiş sürede bitirmek zorunda olduğunuz bir yarışma bu. Her sene katılan yarışmacıların yarısına yakını zaman limitlerine takılarak yarışı bırakmak zorunda kalıyor. Sizce mesafesi nedir bu yarışmanın? Sıkı durun geliyor; tam 245 km! Üstelik öyle dümdüz bir yolda değil. Doğada dere tepe aşarak, Yunanistan’ın gündüz güneşine de gece ayazına da diş sıkıp geceyi gündüze katarak, en fazla 36 saatte tamamlamak zorunda olduğunuz bir “245 km”den bahsediyoruz. Dünyanın her yerinden yarışmacılar geliyorlar ve yarışmayı tamamlayamasalar bile koşu dünyasının bu en özel atmosferinde bulunarak hayatlarında ömür boyu unutamayacakları çok özel bir anıya imza atıyorlar.

Ülkemizden bu yarışmaya ilk defa katılan ve zaman limitine takılmadan bitiren ilk kişi Aykut Çelikbaş. Bu sene yedinci kez katıldı ve yedinci kez limite takılmadan yarışı tamamlamayı başardı. Aykut’un bu spordaki şahsi başarısını bu yarışma neticeleri taçlandırmış olabilir ama benim ona hayranlık duymamın tek sebebi bu değil. O ülkemizi örnek kişiliğiyle en iyi şekilde temsil eden tam anlamıyla zeki, çevik aynı anda ahlaklı bir sporcu. Dünyanın her yerinden seveni sayanı çok. Ardından gelen yerli yarışmacılara değil sadece, yabancı yarışmacılara da yaptıklarıyla ve mütevazı kişiliğiyle örnek olan birisi. Aykut aynı zamanda bu işin beslenmeden fizyolojisine, bilimsel yaklaşımlarından mental sürecine kadar her yönünü derinlemesine araştırmış ve tüm deneyimini ardından gelecek olan sporcularla cömertçe paylaşmış, onlara destek olmaya devam eden çok kıymetli bir rehber. Bu yola gönül verenlerin başucu kitabı “Ultrakitap”ı yazdı ve aykutcelikbas.com adresinde deneyimlerini aktarmaya devam ediyor. Ülkemizde ultramaraton organizasyonlarının açılması ve sürdürülmesinde de çok önemli katkı sahibi. Türkiye’de ulrtamaraton organizasyonlarının sayısı da her sene artıyor. Örneğin her yıl Kapadokya’da düzenlenen “Cappadocia Ultra Trail”  son yıllarda yerli ve yabancı sporcuların gözdesi haline geldi.

 

- Aykut hoş geldin. Bize koşu geçmişinden bahseder misin? Koşmaya ne zaman, nasıl başladın? Ne zaman yarışmacı oldun?

- Okul yıllarında çeşitli sporlar yaptım ama basketbol benim için hep ilk sıradaydı. Ortaokul ve lise yıllarında çeşitli kulüplerde oynadıktan sonra daha ileri gitmek için yeterince yetenekli olmadığımı fark ettim. Boyum da basketbol için kısa kalmıştı. Üniversite yıllarından itibaren spora sadece izleyici olarak devam ettim ve düzensiz bir hayata girdim. 33 yaşına geldiğimde 100 kiloya yaklaşmıştım.

Koşmaya sadece biraz kilo verebilmek amacıyla başladığımda durmadan 100 metre bile koşamıyordum. Kendi kendime yaptığım 8-10 haftalık antrenmanlardan sonra yavaş da olsa durmadan 30 dakika koşabilir hale geldim. 2009 yılının Ağustos ayında İstanbul Maratonu’nun afişini gördüm. Bir insanın 42.195 km’lik maraton mesafesini koşabilmesi bana imkânsız geliyordu. İnternette biraz araştırma yaptığımda normal insanların düzenli antrenman programları ile maraton koşabildiklerini gördüm. Pek inandırıcı gelmese de denemeye karar verdim ve maratona kayıt oldum. Amacım maratonu bitirip koşu sporuna nokta koymaktı! Kısa süre içinden elimden gelenin en iyisini yapıp maratonu bir şekilde tamamladım ama koşuyu bırakamadım çünkü hayatımı son derece olumlu şekilde değiştirdiğini fark etmeye başlamıştım. Birkaç tane daha maraton koştuktan sonra ultramaraton adındaki 50, 100, 200 km’lik yarışlar olduğunu öğrendim ve bu kez bunlar bana inanılmaz gelmeye başladı. Böylece bu yarışları araştırmaya başladım.

- Koşmak, özellikle uzun mesafeleri koşmak hayatından bir şeyleri çıkarmana sebep oldu mu? Olduysa nelerden taviz vermek zorunda kaldın?

- Ben koşmaya başladığımda koşan sayısı şimdiki ile kıyaslanmayacak kadar azdı. Yılda sadece birkaç tane yarış vardı. Ailemde ve yakın çevremde koşan veya düzenli spor yapan biri olmadığı için bunu anlatmak da kolay değildi. Şimdilerde ülkenin dört bir yanında her hafta sonu birkaç tane koşu yarışı var. Özellikle büyük şehirlerde de çok sayıda koşu grubu var. Pandemi döneminde de düzenli sporun ne kadar önemli olduğu konusunda toplumda büyük bir bilinçlenme oldu. Dolayısı ile şu anda hem koşuya ilk adımı atmak daha kolay hem de toplumdaki algısı çok daha pozitif.

Koşmaya veya düzenli spor yapmaya başladığınızda hayatınızdaki bazı şeyleri değiştirmek zorundasınız. Her seçim aynı zamanda bir vazgeçiştir. Beslenmeden uykuya kadar daha düzenli yaşamanız gerekir. Ben de koşmaya başlamadan önce yaşadığım düzensiz hayatın hem vücuduma hem zihnime ne kadar zarar verdiğini anladım ve zamanla bunları düzene sokmaya başladım. Giderek arkadaş gruplarım değişti veya koşmayan arkadaşlarım da benden etkilenerek koşmaya başladı.

Artılarına ve eksilerine baktığımda koşunun bana kazandırdıklarının yanında vazgeçmek zorunda kaldığım şeyler son derece önemsiz görünüyor.

- Ultramaraton mesafelerine hazırlanmak hiç kolay değil ve hazır olmak için gereken süre yılları bulabiliyor. Bu sporu icra edenlerin yaş ortalamasının diğer branş sporcularına göre yüksek olması belki de bu uzun hazırlık sürecinden kaynaklanıyor. Antrenmanların hakkında biraz bilgi verir misin? Ne mesafede ne tür antrenmanlar yapıyorsun? İstanbul’da yaşıyorsun. Bu şehirde büyük yarışmalar için hazırlanmak zor olmuyor mu?

- Normal dönemlerde genelde haftada 5-6 gün koşarım. En az bir gün dinlenmek fiziksel olduğu kadar zihinsel olarak da yararlıdır. Hafta içi koşularım genelde 15-25 km arasında olur. Hazırlandığım yarışa göre hafta sonları ise 3-4 saat veya daha uzun koşabilirim. Büyük yarışlardan önceki birkaç ay bu miktarlar biraz daha artar, bazı günler iki antrenman yaparım. İstanbul’da koşmanın tabii ki zorlukları var ama bunlar bahane değil. Çok soğuk veya çok sıcak iklimlerde koşmak zorunda olan insanlar var. Bazı ülkelerde güvenlik sorunları daha fazla. Dünyanın neresinde olursanız olun yaşadığınız yerin şartlarına uyum sağlamanız gerekli yoksa her yer için rahatlıkla bir bahane bulunabilir. İstanbul’da istediğiniz yerlerde rahat koşmak istiyorsanız sabah erken kalkmaya alışmak zorundasınız. Sabah 5-7 arasında birçok yerde koşabilirsiniz. Ama 6:30’u geçirmeye başlarsanız ancak trafiğe kapalı belli bölgelerde rahat koşabilirsiniz.

- Haftanın hemen her günü bahsettiğin kadar uzun mesafeler koşmanın zihninde de yansımaları olmalı. Koşu hiç rüyalarına giriyor mu?

- Rüyama tabi her zaman giriyor. Büyük yarışlardan önce mutlaka oluyor. Yolu filan kaybederim, finişe ulaşamam, bir anda kan ter içinde kalkarım. (Gülüşmeler) Böyle rüyalar mutlaka olur. Stresi o anda o kadar sevmiyorsun ama stres yaşamadan da başarı olmuyor.

- Destek olması açısından başka sporlar da yapıyor musun? Yapıyorsan bunlara ne kadar zaman ayırıyorsun?

- Yaz aylarında yüzme ile koşuyu desteklerim. Bir yüzücü kadar iyi bir tekniğim yok ama dönem dönem açık suda 3-4 km mesafelere kadar çıktığım olur. Eskiden daha çok bisiklete binerdim ama son yıllarda giderek azaldı. Koşmak yeterince zamanımı alıyor! Bunun dışında evde çoğunluğu kendi vücut ağırlığımla olmak üzere haftada birkaç defa güçlendirme egzersizleri yaparım. Sakatlıklardan korunmak için tüm vücudunuzun güçlü olması önemli.

- Antrenmanlara yeterince zaman ayırmadan başarı mümkün olmuyor. Çalışıyor musun? Çalışan ve bu spora gönül veren insanlar başarılı olabilirler mi sence?

- Evden çalışma imkânına sahip olduğum için şanslıyım ama bu durumda gününüzü iyi planlamanız gerekli. Ben genelde bilgisayar başında olduğum için koşmak benim için çok faydalı bir aktivite. Bazı mesleklerde daha zor olduğunun farkındayım ama hayatınızı düzene sokabilir ve bazı fedakârlıklar yapmayı göze alırsanız her şey mümkün. Örneğin bahar ve yaz aylarında hafta içi 5:30 gibi kalkıp koşmaya başlarım ve en geç 7:30’da işim bitmiş olur. Hafta sonu daha uzun koşsam da kahvaltı saatine yetişirim. Kış aylarında bu biraz daha değişebilir ama ana fikir aynı. Tabii erken kalkmak için erken yatmanız gerekir! Ben de en geç 11 civarı yatakta olurum.

Yeni başlayacak biri için bakarsanız haftada 2-3 defa 30-60 dk kadar spor yapmak aslında çok zor değil. Evet, bazı alışkanlıklarınızdan vazgeçmeniz gerekecek ama hayatınızdaki olumlu etkileri gördüğünüzde bunları önemsemeyeceksiniz. Ben de koşmaya başlamadan önce koşanların genetik avantajları olduğuna veya çok zamanları olduğuna kendimi inandırırdım. Koşmaya başlayıp kendime karşı dürüst olmaya başladığımda bunların aslında bahane olduğunu fark ettim.

Ayrıca çalışmayan insanların çok daha başarılı olacağı düşüncesi ise her zaman doğru değil. Çünkü koşmak piyano çalmak veya satranç oynamak gibi bir aktivite değil. Günde 10-12 saat piyano çalışarak kendinizi çok fazla geliştirebilirsiniz ama koşuda bunu yapamazsınız. Fazla zamanı olup vücutlarının kaldırabileceğinden fazla koşanlarda ya sakatlıklar ya da motivasyon kaybı oluşmaya başlayabilir. Dolayısı ile ister iş olsun, ister başka bir uğraş, hayatınızda koşuyu dengeleyecek bir şeylerin olması çoğu zaman iyidir.

- Uzun mesafeler koşmaya başlayınca bedenin yakıt ve oksijen kullanma kapasitesi gibi konular önemli olmaya başlıyor. Senin beslenmeye yaklaşımını merak ediyorum. Doğal beslenmenin yanı sıra özellikle yarışlarda hazır takviyelere de başvurduğunu biliyorum. Bu konuda uygulamaların ve önerilerin nelerdir?

- Burada yarışlar ve normal hayatı ayırmak gerekli. Yarış sırasında en çabuk enerjiye dönüşecek ve midenizin tolere edebileceği besinleri almaya çalışırsınız. Örneğin normal hayatta kola veya astli içecekler içmeyeli 10 yıla yakın olmuştur ama yarışlarda birçok kişi gibi benim de zaman zaman tercih ettiğim içeceklerdir. Hızlı sindirilen ve çabuk kana karışan enerji jelleri gibi besinler de öyle.

Normal hayatta ise çok farklı şekillerde beslenen koşucular var. Vegan olanlardan tutun, et ve yağ ağırlıklı paleo beslenmeye kadar çok geniş bir yelpaze mevcut. Her şekilde başarılı olan çok sayıda örnek var. Benim özel bir diyetim yok ve kendime çok keskin kurallar koymuyorum ama uzun mesafeler koşmak için vücudunuzun enerjinin büyük bölümünü yağlardan kullanmayı öğrenmiş olması gerekli. Ben de yıllardır basit şekerlerden ve paketli gıdalardan olabildiğince uzak durduğumu söyleyebilirim. Bakliyat, yoğurt ve kuruyemiş en çok tükettiğim besinlerden bazıları. Ancak yoğun antrenman yaptığım dönemlerde karbonhidrat ağırlıklı besinlere de ağırlık veririm.

- Vitamin ve mineral içeren gıda takviyeleri için ne düşünüyorsun? Kullanır mısın?

- Düzgün besleniyorsan aslında takviyeye ihtiyacın yok demektir. Benim aldığım bir takviye yok açıkçası. Sadece belli zamanlarda demir almam gerekiyor, çünkü ultramaraton koşanlarda hemoliz oluşabiliyor. Koşunun her adımında darbeye bağlı olarak minimal miktarda demir kaybı oluyor. Bizim gibi çok uzun mesafe koşanlarda demir çabuk eksiliyor. Yılın altı yedi ayında demir takviyesi kullanıyorum.  Bazen de B12 alıyorum. Altı ayda bir kan sayımı yaptırıyorum. Kan tahlilimde olumsuz bir şey çıkmadıysa herhangi bir takviye almıyorum.

- Hayatı boyunca hiç koşmamış birisi en geç kaç yaşında koşuya başlayabilir?

- Bu konuda çok acayip örnekler var. 70 yaşında başlayanlar var. Hatta geç başlayanların bazı avantajları bile olabiliyor. Daha önce hiç koşmadıkları için vücutlarında koşuya bağlı sakatlık veya bazı kronik sorunlar hiç oluşmamış olacaktır. Uzun süre koşanlarda bazı ufak sorunlar zamanla birikme yaparak büyük sorunlara dönüşebiliyor. Vücudu dinleyerek antrenman yapma bilinci olgun yaşlarda daha fazla.

-Yarışmalarda mental gücün önemini biliyoruz. Beden hazır değilse bile yarışma bir yere kadar gider ama zihin hazır değilse yarışı götürmenin yolu yoktur denir. Farklı olumsuz faktörlerin devreye girdiği farklı yarışmalar için, örneğin 24 saat pist koşusu yarışmasına veya Sparthatlon gibi 245 km’lik arazi yarışmalarına farklı zihinsel mücadele yöntemleri mi belirliyorsun? En olumsuz şartlarda bile zihinsel odaklanma ve kararlılığı üst limitlere geliştirmenin yolları nelerdir?

- Evet, insan zihni aslında çok büyük bir güç. Bu gücü kullanmayı öğrenmek uzun bir süreç. Örneğin koşmaya yeni başladığınızda tamamen tükendiğinizi düşünürsünüz ama biraz dinlendikten sonra aslında daha devam edebilecek gücünüz olduğunu öğrenmeye başlarsınız. İnsan zihni bahane bulma konusunda da son derece başarılı. Eğer konfor alanınızdan çıkmak istemiyorsanız aklınıza gelmeyecek kadar çok sayıda bahane bulması kaçınılmaz. Bunun hazırlığı yarış öncesinde olmalı.

Antrenmanlarda zorlandığınızda yavaşlasanız bile devam edebildiğinizi gördüğünüzde bu konuda kendinizi eğitmeye başlarsınız. Daha sonra zihinsel antrenmanlar yaparak, yarışta yaşayabileceğiniz olumsuz durumları düşünürsünüz ve bunlarla karşılaştığınızda neler yapmanız gerektiğini planlarsınız. Böylece yarışta bunlar yaşandığı zaman büyük bir sürpriz olmaz ve sakin kalarak sorunu çözebilirsiniz.

Bir başka önemli konu da başkalarının yaşadıklarından dersler çıkarmaktır. Ben bu konularda kitaplar okuyup belgeseller izlemeyi severim. Böylece bu zorlukları sadece sizin değil herkesin yaşadığını öğrenirsiniz. O zaman “neden benim başıma bu geldi?” diye mağdur psikolojisine girmek yerine, “bu durumdan kurtulmak için ne yapabilirim?” sorusunun cevabını bulmaya odaklanmaya başlarsınız ve bu da çözüme ulaşmak için en önemli adımdır. Yarışlarda olumsuz durumlarla karşılaştığımda “bu yarışta benden daha kötü şeyler yaşayacak ama yine de bitirmeyi başaracak en az bir kişi olacak, o yapabiliyorsa benim de yapabilmem gerekir” diye düşünürüm. Fiziksel olarak hepimizin bazı limitleri var ve bir noktadan sonra bunu aşmamız mümkün değil ama zihinsel olarak hepimiz kendimizi çok daha fazla geliştirebiliriz. Ben de her yarışta birçok kez zihnimle bu mücadeleyi veriyorum ve her seferinde bir şeyler öğreniyorum. Bu hiç bitmeyen bir süreç.

- Biraz bu 24 saat yarışlarından bahseder misin? Nasıl yapılıyor, sen nerede koştun, zorlukları neler?

- Zamana karşı yapılan yarışlar aslında dünyada oldukça popüler. Önceden belirlenmiş bir mesafe yok. Atletizm pistinde veya 1-2 km uzunluğundaki bir parkurda sürekli tur atarak belli bir zaman dilimi içinde koşabildiğiniz kadar çok koşmaya çalışıyorsunuz. 6-12-24 saat veya daha uzunları olabiliyor ama en çok koşulanı 24 saat.

Bu yarışlar 2014’den beri ilgimi çekiyordu. Türkiye rekoru 1989 yılında Almanya’nın Morlenbach şehrinde 212,579 km ile Almanya’da yaşayan bir Türk olan Şükrü Meriç’e aitti ve o yıldan beri kırılamamıştı. 2017’de bu yarışa hazırlanmaya başladım ve Aralık ayında Avrupa’nın en eski 24 saat yarışlarından olan Barselona’daki yarışa katıldım. Bu yarışta 140 kişi arasında üçüncü olurken 24 saat içinde 225,897 km koşmayı başardım. Geçen sene yine aynı yarışta 231,176 km koşarak bu dereceyi biraz daha geliştirdim.

Bunlar fiziksel olduğu kadar büyük oranda zihinsel yarışlar. Barselona 24 saat yarışı atletizm pistinde yapılıyor ve aynı yerde yüzlerce tur atmanız gerekiyor. Beyniniz sürekli sizi durmanız için ikna etmeye çalışırken devam edip daha fazla koşmak için sürekli mücadele etmeniz gerekiyor.

- Kimi sporcular gruplar halinde antrenman yapmayı sever, yarışmalarda yakınlarının desteğini görmek ister, başarılarının sevincini de başarısızlık üzüntülerini de paylaşmayı sever. Sosyallik onlar için önemlidir. Kimisi de sanırım kendi amatör çalışmalarımda da şahit olduğum kadarıyla benim gibi yalnızlığı sever. Tüm kavgasını da sevincini de kendi içinde yaşar. Bu dünyanın içine başkalarını sokmak istemez, belki sadece çok az kişiyi… Senin için durum nasıl? Antrenman ve yarışmalarda farklılık gösteriyor mu? Veya öncesi sonrasında?

- Modern hayatta birçoğumuzun kendimize ait zamanı yok denecek kadar az. Yalnız olsak bile sonu gelmeyen telefon bildirimleri ve mesajlar ile gerçek anlamda kendimizi dinleyemiyoruz. Bu açıdan bakınca benim için koşmak çok önemli. Kafamdaki sorulara en doğru cevapları bulabildiğim ve gün içinde yapacaklarımı planlayabildiğim en iyi zaman koştuğum zamanlar. Ayrıca herhangi bir konu hakkında bir şeyler öğrenmek istiyorsam podcastler sayesinde kesintisiz olarak o konuya odaklanabildiğim bir zaman dilimi.

Öte yandan sevdiğiniz bir şeyi arkadaşlarınızla veya bir grupla birlikte yapmak da son derece güzel. Uzun süredir görmediğim bir arkadaşımla 1,5 saat koştuğumuzda her konu hakkında konuşabilir ve arayı kapatabiliriz. Bunun dışında eğer ilk defa koştuğunuz bir yerse güvenlik gibi başka faydaları da cabası. Ben her ikisini de seviyorum.

- Bu sporun en hayranlık uyandırıcı yönü kişinin kendisini çok iyi tanıması bence. Beden ve zihni tanımak, eğitmek ve yönetmek aslında pek çok kadim din ve felsefe akımlarının da hedeflediği bir konu. İnsanın nefsine diz çöktürmesi, onu yönetmesi ve dilediği yönde geliştirmesi yaşam yolculuğunda her zaman önemli bir hedef olmuştur. Bazen hedefi koyar, yöntem belirler yol alırsın, bazen de aldığın yol seni hedefe götürür. Sende nasıl oldu? Senin yolculuğun özelinde bu sporun sana kattıklarından bahseder misin?

- Evet, koşmak gibi kâğıt üzerinde çok basit gözüken bir sporun insana hem kendisi hem de dünya hakkında bu kadar çok şey öğretebilmesi son derece enteresan. Bir kere koşunun kendi içinde bir adaleti var. Ne ekerseniz onu biçiyorsunuz. Disiplin, kararlılık ve süreklilik gösterirseniz hiç tahmin edemeyeceğiniz şeyleri yapabileceğinizi size öğretiyor. Tam tersine kestirme yapmaya çalıştığınızda ise hemen olumsuz sonuçlarını görüyorsunuz. Kendinize koyduğunuz limitlerin çoğunun kendi ürettiğiniz bahanelerden oluştuğunu anlayıp bunlarla başa çıkmak için neler yapmanız gerektiğini öğrenmeye başlıyorsunuz. Belli bir aşama gösterdiğiniz için bir taraftan kendinizle gurur duyuyorsunuz ama ne yaparsanız yapın her zaman sizden daha fazlasını yapacak birçok kişi olacağını gördüğünüz için kendinizi fazla ciddiye almamayı öğreniyorsunuz. En büyük mücadelenin kendinizle olduğunu anladığınızda gereksiz hırslardan ve egolardan arınıp daha mutlu bir hayat sürmenin kapısını aralıyorsunuz.

İstediğiniz gibi koşmak için yediğinize, içtiğinize, uykunuza dikkat etmeniz gerekiyor ve bu da sizi fiziksel ve zihinsel olarak daha sağlıklı olmanıza yol açıyor. Ayrıca dünyaya çok farklı bakan birçok insanla karşılaşıyorsunuz ve bu da ufkunuzu genişletiyor.

- Biraz da yarışma deneyimlerinden bahsedelim istiyorum. Koşmayı en sevdiğin mesafe ve yarışlar hangileri? O yarışlara dair özel anılarından bahseder misin?

- Aslında mesafeler ve yarışlar yıllar boyunca değişlik gösterdi. İlk başladığımda maraton mesafesi çok ilgimi çekiyordu. Daha sonra ultramaratonlara geçtim ve 100 mil (160 km) yarışları ilgimi çekmeye başladı. Dünyanın birçok yerinde yarışlar koştuktan sonra bana en çok hitap eden yarışın Spartathlon olduğunu fark ettim. Spartathlon zor bir yarış olmasının yanında Olimpik ideallerle düzenlenen bir organizasyon olduğu için oldukça farklı bir ortam var. Dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen koşucular arasında bir aile ortamı oluşuyor ve yarışı zaman sınırı içinde bitirenler birer kahraman gibi karşılanıyor. Bunun dışında son yıllarda zamana karşı yarışlar daha çok ilgimi çekmeye başladı. Turlu parkurlarda düzenlenen ve örneğin 24 saat içinde koşabildiğiniz kadar çok koştuğunuz yarışlar. Bu yarışlarda önceden belirlenmiş bir mesafe olmadığı için ne kadar koşabileceğiniz tamamen size bağlı. Dolayısı ile devam etmek için beyninize karşı sürekli bir mücadele halinde olmanız gerekiyor ve işin bu tarafı da beni cezp ediyor.

2016’da Spartathlon’da 185. km’yi geçmiştim. Yarış başlayalı 25 saatten fazla olmuştu ve daha 60 km olmasına rağmen müthiş bir uyku bastırmıştı. Koşarken ara ara gözlerimin kapandığını hatırlıyorum. Bir süre sonra bir araba kornası duydum. Meğerse uyuklarken yanlış yola girmişim ve beni uyarmaya çalışıyorlarmış. Arabanın içinden bir hakem “Bu yarış zaten yeterince uzun. Bence daha fazla uzatmana hiç gerek yok!” demiş ve bu da beni uzun süre gülümsetmişti.

2018’de Kanada’da Niagara şelalesinin olduğu bölgede 100 km uzunluğunda bir yarışa katılmıştım. Yarışın hemen başında ön grup ile giderken bir dönüşü kaçırdık ve 2 km fazladan giderek tekrar doğru yolu buldum. Bir anda yarışın en gerisinde kalmak çok moral bozucuydu. Fakat saatler geçtikçe tekrar ön grubu yakalamaya başladım ve sıcak havada yarışı bırakanların da etkisi ile birinci olmayı başarmıştım. Bu yarış o sene Kanada 100 KM şampiyonası olarak düzenleniyordu ve Türk olmama rağmen birincilik ödülünü bana vermişlerdi. Bu da bana, başlangıçta ne olursa olsun yarışın sonuna kadar elinden geleni yapmanın önemini öğreten yarışlardan biri olmuştu.

-Yurtdışı yarışmalarında özellikle Türkiye’den gelen bir yarışmacı olarak seni nasıl karşılıyorlar? Uzun zamandır bu sporun içinde olduğun için soruyorum, yaklaşımlarında zamanla değişiklikler var mı?

- Kendi açımdan bakarsam ilk yıllardan itibaren yurt dışındaki yarışlarda hiçbir zaman sorun yaşamadım. Dünyanın çok farklı ülkelerinden gerçekten dostum diyebileceğim birçok arkadaş edindim. Hayatın her alanında olduğu gibi siz karşı tarafa saygı gösterirseniz karşıdan da aynısını görürsünüz. Ben de dâhil olmak üzere herkesin kafasında o veya bu sebepten bazı ön yargılar olması kaçınılmaz ama hepimiz kendimizden sorumluyuz ve davranışlarımız ile bu ön yargıları kırabiliriz. Zaten bu sporu yapanların çoğu belli bir olgunluğa erişmiş, ön yargılardan ve egolarından arınmış insanlar.

Ben koşmaya başladığımda Türkiye’deki maratondan daha uzun koşu yarışı yoktu. Şimdi ülkemizde bir yıl içinde onlarca ultramaraton var. Her sene Kapadokya’da düzenlenen Salomon Cappadocia Ultra Trail’de yarısı dünyanın farklı ülkelerinden gelen 2500’e yakın kişi koşuyor. Dolayısı ile hemen herkes Türkiye’deki yarışlardan haberdar.

- Ülkemiz bu sporun geleceği konusunda umut vaat ediyor mu sence? Neler yapılıyor, daha neler yapılmalı?

- Koşu sporu Türkiye’de son 10 yılda çok büyük gelişim gösterdi ve halen gelişiyor. Buna paralel olarak ultramaraton koşanların sayısı artsa da hiçbir zaman çok popüler olmasını bekleyemeyiz. Aslında bu dünyanın diğer ülkelerinde de böyle. Bence ülkede yeterince ultramaraton organizasyonu var. Eksik olan özellikle çocuklara, gençlere ve geniş kitlelere kısa da olsa haftada birkaç kez koşma alışkanlığını kazandırmak. Çocukların ailelerinde veya yakın çevrelerinde koşan birilerini tanıyarak büyümeleri ve kendilerine rol model olarak görmeleri önemli.

- Ultramaraton sporuna gönül verenlere rehber olan bir kitap yazdın: “Ultrakitap” Hatta yeni baskısı çıkmak üzere. Sosyal medyada “Koşu Gazetesi” ile ve özellikle www.aykutcelikbas.com adresinde deneyimlerini aktarmaya devam ediyorsun. Ayrıca dilin, kalemin öyle güçlü ki deneyimlerini okurken bizzat yaşadığımı hissettiğimi söylemeden geçemeyeceğim. Sanki seninle koşuyor, seninle mücadele ediyor, seninle yorulup, seninle zafere ulaşıyorum. Kitabın ve paylaşımların bu yola gönül veren herkese ışık tutuyor ve tutmaya devam edecek. Senden bir belgesel filmi beklediğimi yeri gelmişken dile getirmek isterim. Belki zaten hedeflerin arasında bulunuyordur bilmiyorum. Yoksa bile zihnine tohumu atmış olayım dedim.

Ben aslında koşu ve koşu ile ilgili yaptıkların dışında başka uğraşlarının olup olmadığını da merak ediyorum.

- Hobilerim çok var aslında. Sporun her türü izleyici olarak ilgimi çeker. Hiç yapmayı düşünmediğim kaya tırmanışı gibi bazı sporlardan çok şey öğrenebiliyorum. Bunun dışında ortaokul ve lise yıllarından beri sinema en çok ilgimi çeken alanlardan biriydi. 1997 ve 2006 arasında bir arkadaşımla birlikte oldukça kapsamlı bir sinema sitesi yapmıştık. O zamanlar günde 3-4 tane film izlediğim zamanlar olurdu. Artık daha seçiciyim ve özellikle belgesel tarzda filmler izlemeyi seviyorum.

- Belli ki koşu artık neredeyse tüm hayatını kaplıyor. Sürekli uzun mesafelerde antrenman yapmak, yıllarca bunu tekrarlamak… Koşu senin için bir tür bağımlılık diyebilir miyiz?

- Bağımlılık tabi ama en azından benim için iyi bir bağımlılık bu. Çünkü ben biraz obsesif bir adamım. Dediğim gibi benim için önceden sinema vardı, ondan önce basketbol vardı ve bir işe odaklandığım zaman yapabileceğimin en iyisini yapmak istiyorum. Hayatımın dengelenmesi açısından veya sağlıklı olabilmesi açısından -hem fiziksel hem de zihinsel sağlıktan bahsediyorum, benim için en faydalı bağımlılıklardan bir tanesi koşmak. Onu bırakırsam herhalde hayatıma zararlı bir bağımlılık girebilir diye düşünüyorum.

-Yarışları bitirme hırsın ve kararlılığın akıl-beden-ruh sağlığı bütünlüğünün önüne geçebiliyor mu? Bu sert ve inatçı tutumun seni özellikle yaşının ilerlediği bir dönemde sağlığını tehdit edecek kadar zor bir yere götürebilir mi? O günlerin gelebileceğini ve finişe varamama durumuyla bir “erken yüzleşme” yaptın mı hiç?

- İster Spartathlon olsun ister başka zor bir ultramaraton olsun, her ne kadar bu tabiri kullanmak istemesem de, bu yarışlara biraz “ölüm kalım” mücadelesi olarak bakmanız gerekli. “Elimden geleni yapayım da duruma bakayım, yarış içinde karar veririm” diye başlarsanız o zaman bırakmak için onlarca bahane baskın gelir. Başarmak için başlamadan önce keskin ve net olmalısınız. Bu bakış açısı bir gün bana zarar verebilir mi? Evet, mümkün. Ben yine de belli bir tecrübeye sahip bir koşucunun nerede durması gerekeceğini bileceğini düşünüyorum. Uzun mesafe koşmak, dağcılık veya kaya tırmanışı gibi daha ekstrem sporlar kadar riskli olmasa bile yaptığımız her aktivitenin belli bir riski olduğunu kabul etmemiz gerek. Hiçbir şey yapmayıp evde otursanız onun da başka türlü bir dolu sağlık riski var!

Finişe varamama durumuna gelirsek, bu zaman içinde olması kaçınılmaz bir durum. O zaman az çok ne hissedebileceğimi tahmin ediyorum ve bunun güzel bir duygu olmayacağı kesin. Ama bunun da bana öğreteceği birçok şey olacak ve belki bir sonraki sene alınan dersler ve yeni bir motivasyonla bitirebilmek iyi bir hedef haline gelecek. Bunun da farklı bir hikâyesi olabilir.

- Gün gelip de finişe ulaşamadığın zaman belki yarışı bitirememe öykünle de arkandan gelecek diğer yarışmacılara örnek olabilirsin, tıpkı defalarca bitirme öykülerinle örnek olduğun gibi. Travmaların yarattığı kırılmalardan yeşeren yeni filizler de bambaşka öyküler doğurabilir. Bunu zaman hepimize gösterecek, sana da bize de. Seni ve yepyeni yarış öykülerini daima takip ediyor olacağım. Başarıların daim olsun. Güzel sohbetin için çok teşekkür ederim.

- Bu güzel röportaj için ben teşekkür ederim.