MUTLULUĞUN RESMİNİ ÇİZEN KADIN...

Röportaj: Necdet CANARAN

Zili çaldım. Güleç bir kadın açtı kapıyı. Bir adım attım, başka güleç bir kadın. İki adım sonra güleç iki kadın, son adımda başka başka güleç bir kadın…

Sordum: Yanlış yere mi geldim? Meral Hanım’la randevum vardı.

Dedi “Yoh”, güleç yüzlü ilk kadın. Sonra Duygu çıkageldi birden, aniden. Güler yüzlü, dost: Duygu Canova. Sarıldık, hasret giderdik.

Ardı sıra Meral Hanım göründü: Meral Seçer.

“Mersinden Kadın Koopretifi”nde adeta minik bir ülke kurmuş Meral Hanım, cumhuriyet ilan etmiş: Güleç Kadınlar Cumhuriyeti.

**

Salona geçtik, oturduk. Cep telefonu denen zımbırtı çok fonksiyonel bir zamazingo, bir metres. Kaydı başlattık…

Bakın ‘söylememiştin’ demeyin. Sonradan ‘duymadım, bilmiyordum Canaran’ olmasın. Şimdi diyeceğimi Orhun Yazıtları yazmaz ama rahmetli Şahziye Halamın kitabı yazar: Yüzü gülen kadın iliklerine kadar şiir sever.

Doğduğumda adımı koyan halamın bu lafı düşünce aklımın tavan arasına hemen sordum. Şiir sever misiniz?

Dedi: Severim.

Dedim: Cahit Külebi, “Benim doğduğum köyler güzeldi. Sen de anlat doğduğun yerleri. Anlat biraz” der hikâye adlı şiirinde.

Mademki şiir seviyorsunuz siz de anlatın  o hâlde doğduğunuz, yetiştiğiniz yerleri, Meral Seçer’i. Kimdir Meral Seçer, kimlerdendir, necidir?

Kahramanmaraş Pazarcık doğumluyum. Yaz mevsimini geçirdiğim köyümüz var Pazarcık’ta: Ördekdede.

Ne mutlu size gidecek bir köyünüz var, dönecek bir köyünüz. Ben de köylüyüm, bana her yer Kadıköy.

Evet, bir köyümüz var ama maalesef depremde çok büyük yıkım yaşadı. Şu anda başka, bambaşka bir köy haline geldi. Üzücü bir durum var. Şairin dediği gibi: Yıkık evler, boş pencereler…

Yaz döneminde gittiğimiz, babamın öğretmenlik yaptığı, dede evimiz, çocukluğumuz, hatıralarımız, köyümüz… İnsanın köklerinin olduğu, çok gidemese de hani “orada bir köy var” dediği… Havasıyla suyuyla, toprağıyla, kokusuyla özlenen o köy… İşte o köy, bizim köyümüz: Ördekdede…

Duygularımızın bayağı yıprandığı bir dönemdi. Hemen gittim, köyüm yıkık vaziyetteydi. Yaşamın biçim değiştirip evrilmiş hâlini gördüm. Aslında sadece bizim köye değil deprem bölgesine gittim. Yıkık köyümde hayatımın, geçmişin izlerini aradım. Toprağın kokusunu, anneannemin yetiştirdiği domatesin kokusunu mesela, aradım durdum. Bir de solgun anılarımı.

Sahi, eskiden domatesler kokardı.

Aslında ben çocukluğumda bayağı köy hayatı yaşadım. Buğdayların biçildiği, kımıllarla oynanan zamanları yaşadım. Buğdayla ev takas edilen dönemleri gördüm. İşte bu duygulardır insanı toprağına bağlayan, vatanına bağlayan, sevgiyi yeşertip geliştiren… Sordunuz ya az önce, Meral Seçer necidir: Ziraat Mühendisidir.

Mersin maceranız ne zaman başladı?

Mersin maceram üniversitede eşimle tanıştıktan sonra başladı.

Meral Hanım’ın eşi, deneyimli bir siyasetçi. Milletvekilliği yapmış, dört yıldan fazla zamandır Mersin’i yönetiyor. Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Vahap Seçer.

Sordum: Vahap Bey, serüvene üniversitede mi dâhil oldu?

Evet. Üniversitede arkadaştık sonra evlendik. Tarsus’a geldim, Mersin maceram öyle başladı.

Kadınlara şarkılar, türküler yazmış bir milletiz. Türkümüz var: Mihriban…

Tatlımız var: Dilber Dudağı…

Yemeklerimiz var: Analı kızlı, Kadın Budu…

Sebzemiz var, fasulye: Ayşe Kadın.

Çiçeğimiz var: Hanım Eli…

Barajımız var: Kadıncık.

Bu kadar “var” ve övgü varken kadına yönelik erkek şiddeti neden? Anneler mi yanlış yaptı, erkekler mi yanlış anladı. Siz de bir annesiniz. Yanlış nerede?

Aslında bu söyledikleriniz kadınların ne kadar üretken, doğurgan ve bereket yaydığını gösteriyor. Yani bir tohumun yeşerip yeryüzüne çıkarken onlarca yeni tohumu doğurduğu gibi…

Şiddetin sebebi ne olabilir? Doğada olan bir şey diye düşünüyorum, yani doğada ‘insan ve insan’ olarak düşünülmüyor, ‘kadın ve erkek’ diye ayrılıyor. Doğuştan beri, fiziksel ayrılıktan kaynaklanan böyle bir ‘üstün olma’ durumu var… Geçmişte, insanların genlerine yerleşmiş bir şey diye düşünüyorum. Bu bizim toplumda pek çok. Geleneksel yapımızda kadınların belli bir kalıp içine konması, sınırlarının, rollerinin çizilmesi ve o rolün dışına çıkmasına izin verilmemesi. Hiçbir kadın çocuğunu şiddet uygulasın veya kaba davranışlarda bulunsun diye yetiştirmez. Yani kadına şiddet konusunda bunu nasıl düşünebiliriz?

Memleketin havasından suyundan değilse de dediğiniz gibi genlerde o zaman bu illet.

Havasından suyundan değil. Kişilik özelliği olabilir. Her erkek öyle değildir ama. Bu, fiziksel bir üstünlük, bir üst perdede kendini görme duygusu da olabilir. Yani sonuçta ülkemizde kadına yönelik şiddet derken bu ekonomik şiddet oluyor, fiziksel şiddet oluyor yani bunun sınırı gelirle alakalı bir şey değil psikolojik de olabiliyor. Bu, biraz genlerle ilgili sanırım.

Sebep çok yani…

Sebebi çok fazla ama anneler hiçbir zaman çocuklarını şiddete eğilimli olsun diye yetiştirmez.

Peki ya çevre?

Belki aileden… Çocuk babasının hareketlerini görmüştür veya amcasının hareketlerini. Yani çevresel etkiler de o yöne götürmüştür. Tabii bir de eğitimsizlik.

Birçok eğitimli insanı da görüyoruz şiddet uygulayan.

Eğitimin buna engel bir şey olduğunu düşünmüyorum.

Toplum ya da birey olarak daha gidecek çok yolumuz var anlaşılan.

Çok yolumuz var. Özellikle bizim ülkemizde. Yani hâlâ kadın için ‘işte şurada olması lazım, siyasette olması lazım, ekonomide olması lazım’ diyoruz ama gereken adımlar sadece belki de öylesine atılıyor.

KADINLIK ZOR ZANAAT

Bir kadınla, güçlü ve de donanımlı bir kadınla kadın sorunları üzerine konuşuyorken kapı zili çaldı. Turgut Uyar işitmiş, lafa karıştı:

“Kadınlık zor zanaat…

Biri kurbağa öper,

biri yüzyıllarca uyur,

biri 7 cüceyle yaşar,

biri kuleye kapatılır.

Bir masal prensesi olsan bile kadınlık zor.”

“Öyle mi?” dedim, sözü Meral Hanım’a bıraktım:

Ben aslında hayatta ‘zor’ diye bir şeye inanmıyorum. Hiçbir şey zor değil bana göre. Zorluk koşullara göre değişir. Meşakkatle çalışan bir kadın da, ev hanımı da, tarlada çalışan da gerçekten zorlu, fiziksel, psikolojik olarak ağır koşullarda emek harcıyor. Zordur ama kadın isterse yani o gücü üzerinde bulursa zoru başarır diye düşünüyorum.

Meral Hanım, Halil İbrahim sofrası kurmuş orta yere… Kapı pencere açık, cereyan yapıyor. Pencereden esen bir rüzgar, Yaşar Kemal’in 44 yıl önce, 1979’da yayımlanan “Yılanı Öldürseler” kitabının sayfalarını aralıyor.

“Bu ülkede dört şey olmayacaksın: Kadın, çocuk, ağaç, sokak hayvanı.”

Döndüm hemen Meral Seçer’e. Kadınların sesinin kısılmaya çalışıldığı günlerdeyiz... Ne yapmalı?

Her soruya cevabı var. Düşünerek konuşuyor. Lafı eğip bükmeden konuşuyor. Topu taca atmadan konuşuyor:

Bir önceki soruyu yanıtlarken hani bana göre yani kendi yapıma göre zor değil diye cevap verdim. Türkiye’de kadın olmak gerçekten zor aslında. Şu anda kadınların sesini daha çok çıkartabilmesi için farkındalık yaratacak etkinlikler yapmak gerekiyor.

Ne gibi farkındalıklar?

Kadının üretime daha çok katılımının sağlanması gerektiğini düşünüyorum. Yani kadını üretime kattığınızda başka şeyleri de öğretiyorsunuz, başka eğitimler de alıyor. Yani kendini daha güçlü hissediyor. Kadının güçlü olabilmesi için ekonomik özgürlüklerinin sağlanması gerekiyor. Toplumumuzda ve aslında tüm dünyada bu böyledir ama özellikle de toplumumuzda kadınlarımızın iş hayatında olmamasından dolayı erkeğe veya aileye bağımlılık arttığı için o kadar seslerini çıkartma imkânı olmuyor. Kadın ekonomik olarak güçlendirilmeli, üretime teşvik edilmeli.

“DUYMAK YETMEZ,  GÖRMEK GEREK…”

Çarşıya, pazara çıkar mısınız?

Çıkarım. Alışverişin çoğunu kendim yaparım. Bir ara aksatmıştım ama son birkaç aydır daha çok gitmeye başladım.

Pazarlık yapar mısınız?

Yapmam.

Ne görüyorsunuz çarşı pazarda?

Taneyle alan insanlar görüyorum. Çok üzücü, inanamıyor insan. Yani ‘çarşı pazar pahalı, hayat pahalı’ deniliyor, bu duyuluyor fakat ben diyorum ki duymakla yetinmeyin, gidin bakın. Baktığınızda görüyorsunuz zaten. İnsanlar zorda, insanlar mutsuz, nasıl mutlu olsun ki!

Gelir seviyesi düşük çok insan var. Şimdi okullar da açıldı. Gidip onu alacak, bunu alacak yetmiyor, yetiremiyor.

Siyasetçi eşi ne yapar, gününü nasıl geçirir?

Eğer bir kadın, siyasetçi eşi olarak herhangi bir faaliyette bulunmuyorsa, toplumsal çalışmalarda bulunmuyorsa sadece özel toplantılara katılmak için eşinin yanında bulunuyorsa işi çok zor diye düşünüyorum. Çünkü paylaşacak hiçbir şey kalmıyor. Sonuçta siyasetçiler ve eşleri birbirini anlama noktasında uzak düşüyor. Kadının siyaset yapması, işte şu partide bu partide siyaset yapması anlamında söylemiyorum yani. Toplumun tüm gelişmelerinden haberdar olması, kendine özgü faaliyetlerde bulunması siyasetçi eşini rahatlatır ve güçlendirir. Sadece etkinliklere katılmak için hazırlanmak, evin düzenini sağlamak, sadece arkadaşlarla buluşmak iletişimi kopmaya başlayan bir aile ortamına zemin hazırlar diye düşünüyorum.

“KAÇ KERE? BİNLERCE…”

Vahap Bey, dört buçuk yıldır Mersin Belediye Başkanı. Belediye Başkanı olduğundan bu yana eşinizle kaç kilometre yol kat etiniz? Kaç kişiyle el sıkıştınız? Kaç kişiyle tanıştınız? Selfiydi şuydu buydu kaç fotoğraf çektirmişsinizdir? Bu kaçıncı röportajınız mesela?

Ooo! Bunların sayısı çok fazla. Yani şu an rakam söylemem biraz zor. Ama çok fazla yol kat ettik, çok fazla insanla birlikte olduk. Ayrı ayrı yerlerde ve birlikte birçok etkinliğe katıldık. Sokakta yürüdük, caddede yürüdük. Sayısı oldukça fazla, sayı olarak binlerce diyebilirim.

Derken çaylar tazelendi. Meral Hanım masadaki atıştırmalıkları gösterdi.

Bunlar bizim ürünlerimiz, kooperatifimizin ürünleri; kurutulmuş kan portakalı ve limon. (Ördekdede bir de Tarsus havalisinde şöyle bir laf söylenirmiş: İkram edilen geri çevrilmez. Tabaklarda ne var ne yok hepsinin tadına baktım.)

BİRKAÇ KELİME, BİR İKİ CÜMLE…

Türkiye’nin ilk şehir belediye başkanı Müfide İlhan’ın koltuğunda bir erkek, eşiniz oturuyor. Vahap Bey’i bir de sizden dinlesek. Birkaç kelime ile özetlemenizi istesem, nedir o birkaç kelime?

Belediyecilik açısından mı?

Belediyeciliği sonra konuşalım. Yüksek sesle konuşan, inatçı, az gülen, çok ciddi duran bir ‘ağır abi’ Vahap Bey.

Az mı gülen? (Soruya soruyla karşılık verince Meral Hanım, anladım hemen. Vahap Başkan, benim olmadığım yerlerde gülüyor, gitmediğim yerlerde gülüyor. Bu iyi, sevindim.)

Vahap, inatçı biri değil aslında ama inandığı şeyler üzerinde disiplinli bir şekilde çalışarak ilerler. Bir şeyi yanlış olduğunu bilerek asla yapmaz, öyle bir özelliği var. Çok disiplinli.

O disiplin mi yoksa Vahap Bey’i sert biri olarak yansıtıyor?

Sert değil. İşinde titiz ve disiplinli olması diyelim. Bu disiplin, böyle katılık falan değil, her şeyin doğru ve olması gerektiği gibi olmasını istemesinden. Hangi iş olursa o işin kaliteli olmasını ister ve bekler. Aslında çok duygusal, aşırı duygusal, insanlarla empati yapabilen bir insan.

Bu, şu an için, belediyeciyken değil geçmişten bu yana böyle. Özellikle gençlere, çocukların eğitimine önem veren, aşırı yardımsever biri. Yardımseverdir ama hak edene!

Hak edene!

Evet. Hak edene!

(Kısa bir mola, molada off the record bilgiler... Şu kadarını söyleyeyim, Vahap Başkanın gizli kalmasını yeğlediği, kimilerinin ballandıra ballandıra anlattığı, neredeyse tef çalarak gözümüze gözümüze soktuğu public relations mevzular.)

Off the record molası bitti. Meral Hanım bıraktığı yerden devam etti:

Dürüstlük çok önemlidir. Önem ve önceliktir Vahap Bey için. Yalan söyleyene etrafında yer yoktur, asla kabul görmez. Evrensel etik değerleri üstün tutar ve çevresinde de öyle insanların olmasına özellikle dikkat eder.

Seçici ve liyakata önem veriyor yani.

Seçicidir evet. Liyakata çok önem verir. Bir de çok iyi bir babadır ve eştir.

Tam da oraya değinecektim. İki evladınız var. Siyasete girmelerini ister misiniz?

Evet, iki oğlumuz var. Siyaset? Bu, yani anne babanın söylemesiyle olabilecek şey değil.

Bir heves var mı, görüyor musunuz?

Şu an için tercihlerinde olduğunu görmüyorum. Onlar genç çünkü.

Mersin’den Kadın Kooperatifi’nden bahsedelim biraz da…

Üç ana başlıkta proje yürütüyorsunuz: Gıda (yöresel ürünler), çiçek ve tekstil.

Mevsimlik Çiçek, Kaz, Ekmek, Ata Tohumu Projeleri… Darısekisi Örnek Köy Projesi, Güneş Enerjili Sebze ve Meyve Kurutma Tesisi Projesi ve Çamlıyayla’dan Dolmabahçe Sarayı’na İğne Oyası Projesi.

Bu projelerde şimdiye kadar kaç kadına, anneye dokundunuz?

Yaklaşık altı, yedi bin kadına, anneye dokundum. Kadınlarımızı eğitiyor, üretime katılması yönünde teşvik ediyor ve bir yol açıyoruz. Halk Eğitim Merkezimizle iş birliği yaparak açtığımız kurslarda öğrendiğini hayata geçiren kadınlarımızın ürünlerini alıyor, pazarlıyor, satıyoruz. Ürettikçe kazanıyor, kazandıkça üretiyorlar.

Kurslara, eğitimlere katılanlar kim, mesleği olanlar mı?

Hayır, mesleği olmayan kadınlarımız. Becerilerini keşfediyor, sosyalleşip aile bütçesine katkı sağlıyorlar. Birçok kadınımız, el emeği göz nuru emeğini internet ortamına taşıdı ticari anlamda.

Ürünlerin pazarlanmasında Büyükşehir Belediyesi de destek veriyor mu?

Şöyle anlatayım: Evimiz Atölye diye bir projemiz var. Bu projeyi Büyükşehir Belediyesi Kadın Dairesi Gönüllülük Şubesiyle yapıyoruz. Evimiz Atölye Mersin Şubesi’nin kurulmasına ben de destek vermiştim. Bir Mersin Gönüllüsüyüm. İlk gönüllüsü olarak çalışıyorum arkadaşlarımla.

Şu anda üç bine yakın kadınla iş birliği yapıyoruz. Yakında bu sayı beş bine ulaşacak. 25 mahallede çalışma yaptık. Şimdi 23 mahallede daha çalışma yürüteceğiz.

Mersin merkezde mi?

Merkez ve ilçelerde… Bu çok kıymetli projeye Kooperatif olarak tekstil atölyemizle de destek veriyoruz. Gönüllülerimizle mahallelere gidiyor, kadınları bir araya getiriyoruz. Kooperatifimizin gönüllü hocaları çoraptan oyuncak eğitimi veriyor örneğin. İki üç hafta sürüyor. Tüm malzemeleri Kooperatifimiz veriyor. Kadınlarımız proje kapsamında üretiyor ve kazanç sağlıyor.

Başta söylemiştim, kadının güçlü olması için üretmesi lazım.  Kadın üretirken pek çok şeyi de yanında verebilirsiniz. Büyükşehir Belediyesi Kadın Dairesi tarafından proje kapsamında anne ve çocuklara mahremiyet eğitiminden tutun da su tasarrufuna kadar yani toplumumuzu, doğayı ilgilendiren konularda da eğitimler veriliyor.

(…) Projelerimizi kadınlara anlatırken kadınlarımız önce ‘ne kadar kazanırız?’ diye düşünüyordu. Becerileri geliştikçe, emekleri bu zor ekonomik koşullarda kazanç olarak dönünce inanılmaz derecede mutlu oldular. Aynı zamanda sosyal hayata dâhil oldukları için de mutlular. O mutluluk samimiyetimle söylüyorum kelimelerle anlatılmaz, görmek, yaşamak lazım...

(…) Sohbet ediyoruz kadınlarımızla, deniz kenarında bir etkinlik merkezinde katılım belgesi veriyoruz mesela. Birlikte yemek yiyoruz, eğleniyoruz. O arada çocuklara da ayrı eğitimler veriliyor. Yürüttüğümüz projeler, kadının üretmesi gerektiği konusundaki düşüncemi sürekli perçinliyor.

Belki çok fazla kazanç sağlamıyorlar ama iş birliği yapıyor, birbirlerinden fikir alıyorlar, internet ortamında satış yapmaya başlıyorlar. Mersin Büyükşehir Belediyesi üretici pazarına getirip ürünlerini satıyorlar. Muhteşem bir ortam oldu.

Bu arada, el sanatlarıyla uğrasan kadınlarımıza da el verdik. Çamlıyayla ve Tarsus’ta iğne oyası çok yapılıyor. Kooperatif olarak bu yönde de birçok çalışma yürüttük. Kooperatifler kâr amacı güden,

demokratik örgütlenme biçimi ama bizim önceliğimiz değil. Bizim önceliğimiz kadınlar. Ne kadar kadına dokunuyoruz? Kadın ne kazanıyor? Günün sonunda kadının yüzündeki ifadeye bakıyoruz, yani mutluluğa. Önceliğimiz mutlu kadın, güçlü kadın.

(…) Bir de geleneksel yöntemlerle ürünlerimizin üretimini yaptırıyoruz kadınlarımıza. Örneğin Çamlıyayla’da domates konservesi yaptırmıştık coğrafi işaretli. Gazi Çiftliğimizi aktif hale getirdik mesela. Çilek reçeli yapıyor kadınlarımız yine coğrafi işaretli. Bunların pazarlanması konusunda da destek veriyoruz. Mersin Büyükşehir Belediyesi de destek oluyor. Çok güzel bir sinerji oluştu aslında. Kadınlarımızın gözlerindeki ışıltıyı, yüzlerindeki mutluluğu görseniz inanamazsınız. Çok farklı ortamlarda farklı yüzler görüyor, farklı hikâyeler dinliyorum. Kadınlarımızla bir oluyorum, bir ve birlikte… Kendim oluyorum, kadınlarımızın mutluluğuyla inanılmaz mutlu oluyorum.

(Keşke demek ne zaman işe yaramış ki şimdi yarasın. Her şeye rağmen, yine de Nazım Hikmet görseydi, Abidin Dino işitseydi keşke “mutluluğun resmini”, hikâyesini…)

“KURU DOLMAYI İYİ YAPARIM”

Mutfaktaki koku kapı altından sızıp salona kadar yayılınca esinlendim. Mutfakla aranız nasıl? “İyi yaparım” dediğiniz bir yemek var mı?

Kuru dolmayı iyi yaparım.

Gerçekten iyi mi yaparsınız?

Yüzüme alay yollu baktı, noktaladı:  Evet. Kuru dolmayı gerçekten iyi yaparım.

Size tabii ki inanıyorum ama ah şu kuşkuculuk, ah şu gazetecilik mesleği? Kabalık saymazsanız bu iddianıza şerh düşüyorum. Zira görmedim, tatmadım, bilemem!

O zaman borç mu oldu şimdi bu?

Türk Medeni Kanunu’nun 6.maddesi hükmü uyarınca; kişi iddiasını ispatla mükelleftir.

O zaman sizi davet edelim buraya.

Sizi kıramam, hayır diyemem, seve seve.

**

Söylemiştim. Meral Seçer’in eşi, Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı.

Soruverdim: Meral Seçer’in ‘şu da olsaydı’ deyip beklediği bir hizmet var mı Belediyeden?

Çok zor bir soru, düşünmem lazım. Şu da olsaydı?

Evet, şu da olsaydı dediğiniz…

Yani şımarıklık gibi olmasın.

Estağfurullah.

Düşündüğüm, beklediğim hizmetler şu anda var, görüyorum.

Ziraat Mühendisi Meral Seçer’e, binlerce kilometre yol kat eden Meral Seçer’e kırsalı, Mersin’de, köylerin durumunu sorsam, izlenimlerini…

Gençler köylerden ayrılmış. Genellikle anne babalar ve daha büyükler kalmış. Gençlerin tekrar dönmesi için hani kırsal yatırımların ve örnek köy gibi projelerin yapılması lazım.

Bu sadece belediyenin desteğiyle olmaz.

Belediyenin desteğiyle mümkün değil, olmaz. Mesela belediyenin ‘Hadi Gel Köyümüze Dönelim’ projesi var. Çok ciddi ilerleme kaydediliyor. Pek çok insan köyünde kalıyor. Çocukları da kalıyor. Günümüzde ekonomik koşullar gerçekten çok kötü. Şehre gelip yaşayacak güç kalmadı kimsede.

Ziraatçi gözüyle baktığımda ise, Mersin’i daha önceden bildiğimden turunçgil bahçelerinin tamamen betonlaştığını görüyorum. Siz de görüyorsunuzdur. Mesela şu yediğiniz kan portakalın nesli tükeniyor. Biz kooperatif olarak bunun coğrafi işaret tescili için Türk Patent Enstitüsü’ne başvurduk. Son aşamalarına geldik. Yani en azından korunması, ekiminin artması, eski tatların kalması adına.

Belki tam farkında değiliz ama iklim krizinin etkilerini yaşıyoruz. Farkındalık yaratmak için etkinlikler yapılıyor, suyumuz tükeniyor, gıda krizine giriyoruz, şu olacak bu olacak deniyor ama hiç ciddiye alınmıyor. Ama bunlar gittikçe kendini gösterecek ve şu anda iklim değişikliğinde yaşadığımız gibi yaşayacağız.

Bir soru da siz sorun kendinize, sorun ve anlatın.

Gazi Çiftliği’ni anlatmak isterim, 1936 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu, ilk üyesi olduğu Tarım Kredi Kooperatifini…

Mersin Büyükşehir Belediyesi orayı restore etti. Kütüphane kurdu, dokuma atölyesi açtı.

Çocuklarımız robotik kodlamayı öğreniyor. Devam eden birçok proje var orada. İnsanlar görmeye gidiyor. Selanik’ten gelen, yaşayan vatandaşlarımız var, kadınlarımız var orada. Herkesin görmesi gereken heyecan verici bir yer oldu. Oraya gitme düşüncesi bile beni heyecanlandırıyor. Kadınlarımızla iş birliği yapıyoruz, atölyede üretim yapıyorlar. Evimiz Atölye kapsamında, iki yüz kadınımız 10 bin oyuncak yaptı mesela, deprem bölgesine götürdük. 23 Nisan’ı kutladık çocuklarla. Gazi Çiftliği heyecan uyandıran bir uğrak oldu, mutlaka gidilip gezilmesi gereken bir uğrak.

“MERSİN TANRIÇADIR, FLORA TANRIÇASI…”

Edebiyatımızda şehirleri kadınlara benzeten yazarlar, şairler var. Ahmet Haşim, Cahit Külebi, Selim İleri, Tevfik Fikret, Yahya Kemal mesela…

İstanbul, İzmir, Bodrum edebiyatımızda kadın şehirdir mesela.

Trabzon erkekmiş mesela Rize kadın. Trabzon denince tabanca, Rize denince çay toplayan peştemalli kadınlar gelir akla mesela.

Mersin desem mesela, sorsam mesela: Mersin kadın şehir midir yoksa erkek mi?

 

Mersin tanrıçadır, Flora Tanrıçası.

Diyeceğimi demiştim, yanıtı haylisiyle aldım.

 

**

YAKIŞIKSIZ KRAVAT

Ansızın en başta söylemem gerekeni en sonda söyledim. Ah bu akılsız başım: Çok şıksınız. Vahap Bey’in de kıyafet seçimiyle ilgileniyor musunuz?

Evet.

Galiba son Meclis toplantısına girerken sizi pek dinlememiş ya da siz o gün Mersin’de değildiniz. Taktığı kravat yakışmamıştı Vahap Bey’e.

Hangi kravat?

Son Meclis toplantısında bağladığı. Baktım gömleğine uymuyor. Neden sonra kendi gömleğime baktım sanki benim gömleğimin rengine daha bir yakışır gibi gördüm.

Ya hangi kravatmış bu?

Son Meclis toplantısında taktığı…

Yaa… Bir şey vardı… En son şeyde, bir kravata şey olmuştu. Mavi açık, o mu acaba? Son Meclis toplantısı mı demiştiniz?

Evet. Son Meclis toplantısında takmıştı. Gömlekle uyumsuz, yakışıksız kalmıştı. Hani benim üzerimdeki renkte bir gömlekle yakışır. Gömleğimi armağan edeyim diyeceğim ama beden tutmaz. Siz iyisi mi o kravatı verin kurtulun gömlek rengi tutan birine!

Bakın siz de “şey” olmuştu diyorsunuz. Şey olmasa bile bir şey olmuş. Vahap Bey o kravatı elden çıkarsın bence. (Gülüşmeler, kahkahalar… Sağıma dönüp baktım, Duygu’muzun yaş süzülüyordu gözlerinden, gülmekten… Sıkıntılı bir dönem geçirmişti, güldüğünü görmek güzel ki güzeldi.)

**

Gitmeye hazırlanırken ev sahibem “Kısır yer misiniz” diye sordu. Birdenbire, ansızın, apansız...

Parmaklarımı yüzüme götürdüm, dokunup yokladım: Kaş, göz tamam. İn aşağıya burun. Biraz daha inince, dudak. Aç dudağı, ağız. Demek ki ağzım da var. Ağzı olan yer. “Yerim” dedim.

**

Fotoğraf çekilirken sakarlığım tuttu ve yine salaklığım... Meral Hanım, “Mersinden” markalı ata tohumu ürünleri tanıttı. Paketin ağzı açık kalmıştı unuttum, Plonjon yapayım derken sehpa dağıldı, nohutlar yere saçıldı.
Meral Hanım, “bereket” dedi, ekledi: “Göreceksiniz bu ürünün üretimi de satışı da bereketli olacak.”

Çok keyifli bir röportaj oldu. Bitsin istemedim. Çaylar sıcak, sohbet demliydi. Nadide Hanım’ın kahvesi kıvamında, hele kısır hele o, çok lezzetliydi. “Sen de kimseyi, hiçbir şeyi beğenmiyorsun Canaran” diyenlere gitsin bu lafım: Huu!

(Teşekkür etme zamanı: Zaman ayıran sayın Meral Seçer, fotoğraflarımızı çeken Duygu’muz, Duygu Canova ve röportajı deşifre eden Zeynep Canaran güzellikler sizinle olsun, yolunuz güllerle dolsun.)

**

Veda etme zamanı… Size doyum olmaz ama bana müsaade. Seneler önce bir esmere tutuldum, sarışın bir esmer. Daha çiçekleri sulayacağım. Çamaşırları toplayıp, ütü yapacağım. Salonu da süpüreceğim üstelik. Evlilik saadeti budur! Mücbir sebepten merdivenleri koşarak indim. Caddeyi geçip durakta bekledim. Otobüs geldi “111” sefer sayılı, limoni sarıydı. Sürücüsü kadındı, güleç bir kadın. Ben öyle her durağa yanaşan otobüse binmem, binmedim Mihriban.
“Sen türkülerini söyle Canaran” dedim, yürüdüm. 
“Sarı saçlarına deli gönlümü bağlamışım çözülmüyor Mihriban…”

**

EL SIKIŞTIK, PRENSİPTE ANLAŞTIK

Gazi Çiftliği’ne gideceğiz bir gün. İzlenim yazacağım. Yol uzun. Yol azığı Meral Hanım’dan… Belki Gülnar nohudu katılmış, Silifke balandız sarı buğdaylı, tavuklu pilav olur azık torbasında.  Kim bilir.

Şey bir de… Bir mevzuda sözleştik, el sıkıştık, prensipte anlaştık. Sır kalsın: Off the record.